Oturan Bir Kimseye Ayakta Durarak Hürmet Etmek Yasaktır
Kategoriler
Full Description
Oturan Bir Kimseye Ayakta Durarak Hürmet Etmek Yasaktır |
|
|
|
Yine Müslim'de ve Ebu Davud'da anlatıldığına göre sahabilerden Cabir b. Abdullah şöyle diyor: Bir gün Peygamberimiz rahatsızlandığı için oturarak namaz kılmıştı. Biz de O'nun arkasında ayakta namaz kıldık. Tekbirlerini Ebu Bekir cemaate duyuruyordu. Birara ayakta kıldığımızı görünce, derhal bize oturarak kılmamızı işaret etti biz de hemen oturarak onun gibi namaza devam ettik. Selam verince bize dönerek şunları söyledi: “Az önce Persler ve Bizanslılar gibi yapıyordunuz. Onlar oturan hükümdarları karşısında ayakta dikilirler. Sizler onlar gibi yapmayınız. Namazda imamlarınıza uyunuz. Eğer imamlarınız ayakta kılıyorlarsa ayakta ve eğer oturarak kılıyorlarsa, oturarak kılınız.” (S. Müslim, Kitab El-Salat, imama Uyanların Bütün Hareketlerinde Ona Uymaları Babı, H. No: 413, c. 1, s. 309. Sünen Ebi Davud, Kitab El-Salat, imamın Oturarak Namaz Kıldırması Babı, H. No: 606, c. 1, s. 405.) (Cabir b. Abdullah; Büyük Sahabî'dir. Asıl adı, Câbir b. Abdullah, b. Amr b. Haram b. Ka'b b. Ganem El-Ensari El-Sülemî'dir. Rasûlüllah'dan en çok hadis rivayet eden Sahabilerdendir. Akabe tabiatında ve çoğu savaşlarda Rasûlüllah'la birlikte bulundu. Rasûlüllah'ın vefatından sonra onun mescidinde, ders verdiği, bir kürsüsü vardı. H. 74 ya da 75'de vefat etti. (Allah ondan razı olsun). Bkz. El-İsabe fi Temyiz El-Sahabe, c. 1, s. 213, Biy. 1026.) (Ebu Bekir; İlk müslüman, Rasûlüllah'dan sonra ilk halife olan Ebubekir El-sıddık'ın asıl adı, Abdullah b. Ebî Kuhafe Osman b. Âmir El-Kuraşî'dir. Fil olayından iki buçuk yıl sonra doğdu. Peygamberlik gelmesinden önce de sonra da Rasûlüllah'la birlikte oldu. Hicret sırasında ona eşlik etti. Bütün savaşlara katıldı. Cennetle müjdelenen on kişiden biri ve Sahabi'nin en üstünüydü. H. 13'de 63 yaşında olduğu sırada vefat etti. (Allah ondan razı olsun) Bkz. El-İsabe, c. 2, s. 341-344, biy. 4817.) Şimdi de şu hadisi gözden geçirelim. Ebu Davud'un, Ebu Süfyan'a dayanarak bildirdiğine göre sahabilerden Cabir şöyle diyor: (Ebu Süfyan; Asıl adı Talha b. Nafi El-Kuraşî El-Mekki'dir. Kureyş'in ileri gelenlerindendir. Abdullah b. Ömer, İbn Abbas ve Câbir gibi bir kesim Sahabi ondan hadis nakletmiştir. İbn Hibban, Güvenilir olduğuna, Ebubekir El-Bezzar Kendi kişiliğinde güvenilir olduğuna; Ahmed b. Hanbel ondan hadis rivayet etmede bir sakınca olmadığına; hüküm veriyor. Bkz. Tehzib El-Tehzib, c. 5, s. 26-27, biy. 144.) Peygamberimiz bir gün Medine'de bir ata binmiş ve bindiği attan çürük hurma üzerine düşerek ayağı burkulmuştu. Ziyaretine varınca kendisini Ayşe'nin odasında oturarak teşbih çekerken bulduk. Arkasına geçip durduk, bize bir şey demedi. Bir sonraki ziyaretimizde kendisini yine oturarak farz namazı kılarken bulduk. Hemen arkasında durup kendisine uyduk bize oturarak kılmamızı işaret etti. Namaz sona erince bize dönerek şöyle dedi: “İmam oturarak kılınca siz de oturarak kılınız. Buna karşılık imam ayakta durarak kılınca siz de ayakta kılınız. Sakın Perslerin büyüklerine yaptıkları gibi yapmayınız.” (Sünen-i Ebu Davud, kitab El-Salat, imamın oturarak Namaz Kıldırması Babı, H. No: 602, c. 1, s. 403-404.) Başka bir rivayete göre hadisin son cümlesi: “Acemlerin birbirlerine yaptıkları gibi Ben'i ululamayınız.” şeklinde olmalıdır. (Ebu Davud, Ebu Ümame'den bu sözcüklere yakın kelimelerle başka bir hadis naklediyor. Ebu Ümame anlatıyor: “Rasûlüllah Elinde değneğine yaslanmış şekilde yanımıza geldi. O gelince biz ayağa kalktık.” O: “Persler'in birbirlerini yüceltmek için ayağa kalktıkları gibi siz de kalkmayın” buyurdu. S. Ebi Davud, Kitab El-Edeb, Bir adamın başka bir adama (tazim-saygı) Amacıyla Ayağa Kalkması Babı, H. No: 5230, c. 5, s. 398; Benzeri Müsned-i Ahmed, c. 5, s. 253-256'da kaydedilmektedir. Hadisin anlamı sahihdir.) Görüldüğü gibi bu hadiste Peygamberimiz, sahabilere namazın farzlarından biri olan Kıyam'ı (ayakta durmayı) bırakmalarını emrediyor ve bu emrine gerekçe olarak da oturarak namaz kıldıran imamın arkasında ayakta durarak kılacak olan cemaatın, oturan hükümdarlarına ayakta dikilerek saygı gösteren perslere ve bizanslılara benzeyeceğini göstermektedir. Oysa bilindiği gibi, imama uyan kimse asla imam için değil, Allah için ayakta durmaktadır. Bu uygulama, oturan bir kimseye ayakta durarak hürmet etmeyi şiddetle yasaklayan örnektir. Peygamberimiz her ne kadar bu maksatla yapılmasa bile, buna benzeyen davranışları da yasaklamıştır. Nitekim o, bir insana karşı Allah için secde etmeyi ve ateş ile benzerleri gibi Allah'ın dışında tapılan şeylere karşı namaz kılmayı da yasaklamıştır. Bu hadiste de perslerle bizanslıların adetlerine benzer bir davranışı yasaklıyor. Gerçi bizim niyetimiz onların niyetlerinden farklıdır, ama buna rağmen Rasûlüllah “Öyle yapmayınız” buyuruyor. Ayrıca bu hadis imamın oturarak namaz kıldırması konusunda ister yürürlükte olsun, isterse geçersiz olsun, bizim konumuz açısından delil olma özelliği geçerlidir. Çünkü oturarak namaz kıldırma hükmünün yürürlükten kalkması, konumuza ışık tutan gerekçenin geçersiz olmasını değil, bu gerekçeye baskın gelen daha güçlü bir gerekçenin varlığını gerektirir. Mesela namazda ayakta durmanın farz oluşu ve bu farzın sırf bir şekil benzerliği yüzünden düşmeyeceği gerekçesi gibi. Bu ictihad konusudur. Fakat şekil benzerliği bir farzı düşürmek için yeterli bir sebep oluşturmasa bile, Peygamberimizin bu yolda göstermiş olduğu gerekçe gücünü ve geçerliliğini korumaya devam eder. Çünkü namazda ayakta durmak aslında başkalarına benzemek değildir, bu yüzden yasak olmayabilir. Her hangi bir gerekçeye dayandırılan bir hüküm yürürlükten kalkar da, gerekçe varlığını korursa bu durumda yürürlükten kaldırma anında daha baskın bir gerekçenin rol oynamış veya bu gerekçenin etkisi zayıflamış demektir. Fakat bu durumda söz konusu gerekçenin kökten asılsız sayılması söz konusu değildir, hatta imkansızdır. Bütün bunlar bu hadisin hükmünün yürürlükten kalkmış olması durumunda söz konusudur. Oysa doğru rivayete göre bu hadis yürürlüktedir, Peygamberimizin vefatından sonra birden çok sayıda sahabe onu uygulamıştır, bu uygulama Rasûlüllahın ölüm öncesi, hastalığı sırasındaki namazı bilmelerine rağmen gerçekleşti. Bu hüküm öyle açık ve kesin şekilde Peygamberimize maledilmiş ki, ölüm öncesi sırasındaki namazın bu hükmü yürürlükten kaldırmış olacağı ihtimali imkânsız görülüyor. Buna göre ya iki hüküm de geçerlidir. Çünkü ayakta durma (kıyam) eylemi oturma (kuud) eylemi ile çatışmaz. Ya da namaza oturarak başlamış olma durumu ile ayakta başlamış olma durumu arasında fark gözetilmiştir. Çünkü ayakta başlamış olan namaz hadisdeki “imam oturarak kıldığı zaman” şeklindeki ifadenin kapsamına girmez. O zaman da gerekçede dile gelen bozukluk söz konusu olmaz. Ayrıca namazın sonunu baş tarafına dayandırmak onu imamın namazına dayandırmaktan daha önceliklidir (evlâdır). Bu alandaki bir başka delil de şudur. Sahabilerden Ubade b. Samit -Allah ondan razı olsun- şöyle diyor: Peygamberimiz cenazeyi mezarlığa kadar uğurladığında ölü mezara konmadıkça oturmazdı. Bir defasında karşılaştığı bir hristiyan keşişi kendisine: “Biz de böyle yapıyoruz, ya Muhammed” deyince ölünün mezara konuşunu beklemeden hemen oturdu ve sahabilere de: “Bunlara ters düşünüz” buyurdu. (Ubade b. Samit; Büyük Sahabi'dir. Asıl adı, Ubade b. El-Samit b. Kays b. Asram b. Fehr El-Hazreci El-Ensari'dir. Ensar'ın önde gelenlerinden biriydi. Künyesi Ebu El-Velid'dir. Bedir Uhud ve diğer savaşlarda hep Peygamberin yanında yer aldı. Rasûlüllah onu bazı sadakaları toplamakla görevlendirirdi. Peygamber'in Zamanında Kuranı toplardı -bir araya getirirdi-. Ehli Suffa arasında Kur'anı en iyi bilendi. Ömer b. Hattab, bir gurup Sahabi'yle birlikte onu din ve Kuranı Şamlılara öğretmesi için oraya gönderdi. Humus'da ve Filistin'de yaşadı. Muaviye ile arasında çıkan anlaşmazlıktan dolayı Medine'ye döndü. Hz. Ömer onu tekrar Şam'a gönderdi ve Muaviyeye: “Sen, onun amiri değilsin, ona karışma” dedi. Remle'de ya da Kudüs'te vefat etti (h. 34). Öldüğünde, 72 yaşındaydı. Bkz. Esed El-Gâbe, c. 3, s. 106-107.) Bu hadis Ebu Davud, Tirmizi ve İbn-i Mace'de yer almıştır. (Sünen-i Ebi Davud, Kitab El-Cenaiz, Cenaze için Ayağa Kalkma Babı, H. No: 3176, c. 3, s. 520. Sözcükler, yukarıda anlatılana yalandır. Ancak “İclisu, Hâlefehüm = oturun, onlara muhalefet edin (ters düşün)”; Sünen-i İbn Mace, Kitab El-Cenaiz, Cenazeye Karşı Ayağa Kalkma Babı, H: No: 1545, c. 1, s. 493. Kitabı tahkik eden, hadisi kaydettikten sonra şunları ekledi: “El-Sündî: “İsnadı zayıf olduğu söyleniyor” dedi.” S. El-Tirmizi, kitab El-Cenaiz, H. No: 1020, c. 3, s. 340.) Bu konuda söylenecek bir kaç sözüm var. Şöyle ki, gerek cenaze geçerken ayağa kalkılıp kalkılmayacağı ve gerekse cenazenin mezarlığa kadar uğurlanınca mezara konuncaya kadar oturulup oturulmayacağı konusunda alimler arasında görüş ayrılığı vardır. Ayakta durmayı emreden hadisler sayıca çok ve meşhurdur. Fakat hükmün yürürlükten kalktığına veya yanından cenaze geçenlerle ilgili kısmının yürürlükten kaldırıldığına inanan alimlerin dayanağı Hz. Ali tarafından rivayet edilen hadisle Ubade'nin rivayet ettiği bu hadisitr. Her iki görüşün geçerli olması, bağdaşması da mümkündür. Çünkü bu durumda cenazeyi mezarlığa kadar uğurlayanlar ölü mezara konuncaya kadar değil, tabutu taşıyanların omuzlarından indirilinceye kadar ayakta kalırlar. O zaman da bu hadis de ya diğerleri ile birlikte gözönünde tutulur veya öbürlerini yürürlükten kaldırıcı olur. Burada da gerekçe hristiyanlara ters düşmektir. Bu hadisi delil olarak kullanmayanlar onun zayıf olduğunu ileri sürüyorlar. Fakat o gerçekten zayıf olsa bile bu durum onun hristiyanlara ters düşülmesi konusunda delil tutulmasını zedelemez. Buharî'de belirtildiğine göre Abdurrahman b. Kasım: “Babam Kasım cenazenin önünden yürür ve onun için ayağa kalkmazdı” diyor. (Abdurrahman b. Kasım; Asıl adı, Abdurrahman b. El-Kasım b. Muhammed b. Ebubekir'dir. Altıncı kuşak Medine'li Tabii'nin büyüklerindendir. Yaşadığı dönemde Medine'nin en büyük alim ve salihlerindendi. Bütün müslümanlarca değeri büyüktür. Çok hadis rivayet eden bu alim hakkında diğer alimler güvenilirliğinde görüş birliği içindedirler. H. 126da Şam'da vefat etti. Bkz. Tehzib El-Tehzib, c. 6, s. 254, biy. 501.) (Üçüncü kuşak Tabiin'in büyüklerinden olan bu hadisçinin asıl adı, El-Kasım, b. Muhammed b. Ebubekir'dir. Bir önceki adı geçen zatın babasıdır. İbn Sa'd, Vakidi'den naklen “Güvenilir, yüksek fıkıh bilgini, Hadis ilminde imam bir zattır” övgüsünü kaydediyor. H. 106'da vefat etti. Bkz. İbn Sa'd Tabakat El-Kübra, c. 5, s. 187-194.) Bu konuda Hz. Aişe'nin de şöyle dediği haber veriliyor: “Cahiliye döneminde halk cenaze için ayağa kalkar ve cenazeyi görünce üstüste iki kere - Hep ailenin yanında olacaksın- derlerdi. (Buhari bu hadisi, Kitab Menakib El-Ensar, Cahiliye Günleri (tören günleri kasdediliyor) Babında rivayet ediyor. Bkz. Feth El-Bari, c. 7, s. 148, H. No: 3837.) Nitekim ayağa kalkmayı mekruh sayanlar bunun bir cahiliye dönemi adeti olduğuna dayanmışlardır. Öte yandan İbn-i Abbas tarafından rivayet edilen bir hadise göre Peygamberimiz: “Lâhid bizim için çukur, bizim dışımızdakilerin ölüleri içindir.” buyuruyor. (Sünen Ebû Davud, Kitab El-Cenaiz, Lahid Babı, H. No: 3208, c. 3, s. 544; Sünen-i Tirmizi, Kitab El-Cenaiz, Peygamberimizin: “Lahid Bizim için, çukur dışımızdakilerin ölüleri içindir” Hadisi Babı, H. No: 1045, c. 3, s. 363. Tirmizi: “Bu hadis İbn Abbas'tan rivayet edildiği için “Hasen ve Garip'dir” diyor. Hadis bütün rivayet tarikleriyle sahihdir. Cami El Sağir, c. 2, s. 474, H. no: 7747, Süyûti: “Hadis, Sahihdir” diyor. Sünen İbn Mace, Kitab El-Cenaiz, Lahdin Serbestisi Babı, H. No: 1554, c. 1, s. 496. Sünen El-Nesâî, Kitab El-Cenaiz, Lahd Ve Çukur Babı, cüz. 4, s. 80.) Bu hadis dört hadis kaynağında da yer almıştır. Yalnız Ahmed b. Hanbel tarafından kaydedilen bir rivayete göre hadisin iki cümlesi: “çukur kitab ehlinin ölüleri içindir.” şeklindedir. (Müsned-i Ahmed, c. 4, s. 362-363; El-Süyuti, El-Câmî El-Sağir, c. 2, s. 474, H. No: 7748 Süyûtî: “Hadis sahihdir” diyor.) Bu hadis bizim ölülerimizi mezarın dibine yerleştirme biçimi konusunda bile kitab ehline ters düşmemiz gerektiğini vurgular. Yine cenaze konusunda Abdullah b. Mesud'un -Allah ondan razı olsun- rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun): “Cenazenin arkasından yanaklarını kamçılayanlar, göğsünü paralayanlar ve cahiliye dönemi ağıtlarını bağıranlar bizden değildirler.” buyuruyor. (S. Buharî, Kitab El-Cenâiz, Cenazenin Ardından Yüzünü Tırmalayan Bizden Değildir. Babı, H. No: 1204, c. 3, s. 163, Feth El-Bari, Hadisin diğer kısımları, age., H. No: 1297,1298, 3519. S. Müslim, Kitab El-İman, Cenaze Ardından Göğüsü Dövmenin Haram Olması Babı, H. No: 103, c. 1, s. 99.) Cahiliye ağıtlarından maksat, ölünün arkasından söylenen soyla övünme mahiyeti sözlerdir. Yine bu konuda Ebu Malik-i Eş'arî tarafından rivayet edilen bir hadise göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Şu dört şey cahiliye dönemi adetlerindendir, ümmetim bunlardan vazgeçemeyecektin 1 - Asaletle övünmek 2 - Nesebe dil uzatmak 3 - Yıldızlardan yağmur dilemek 4 - Ölünün arkasından bağıra bağıra ağıt yakmak. Ağlayıcı kadınlar ölmeden önce tevbe etmedikleri takdirde kıyamet günü katrandan bir şalvara ve ziftten bir gömleğe bürünmüş olarak mezarlarından doğrulurlar.” (S. Müslim, Kitab El-Cenaiz, Ölü Ardından Aşırı Bağırıp Çağırma Babı, H. No: 935, c. 2, s. 644.) (Ebu Malik-i Eş'arî; Menakib, Biyografi, yazarları bu zatın kimliği hakkında çok çelişkili konuşuyorlar. En tercih edilen görüş onun: El-Haris b. El-Haris El-Eş'ar'î adında bir sahabi, olduğudur. Bkz. Tehzib El-Tehzib, c. 12, s. 218-219, Biy. 1002 El-İsâbe, c. 1, s. 275, Biy. 1384.) Bu hadis Müslim'de yer almıştır. Görüldüğü gibi Peygamberimiz cahiliye zihniyetine dayalı ağıtları yeriyor ve insanların bazı cahiliye adetlerinden vazgeçmeyeceklerini haber vererek bu adetleri sürdürenleri kınıyor. Bu hüküm bütün cahiliye adet ve davranışlarının İslâm dininde kınandığını gösterir. Öyle olmasaydı, yukarda sayılan sevimsiz davranışları cahiliye dönemine maletmek, bu davranışlar için aşağılayıcı bir faktör sayılmazdı. Oysa, bilindiği gibi bu davranışları cahiliye dönemi ile irtibatlandırmak onları aşağılamak, kınamakla aynı anlama gelmiştir. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.): “ilk cahiliye dönemi kadınları gibi süslenip kırıta kırıta gezmeyiniz.” buyuruyor. (Ahzab:33) Bu ayet hem “kadınların süslenip püslenerek kırıta kırıta gezmelerini” ve hem de “ilk cahiliye dönemi”nin durumunu yeriyor, aşağılıyor. Bu da genellikle cahiliye döneminin insanlarına benzemenin yasak olduğunu gerektirir. Sahabilerden Ebu Zerr bir gün bir başka sahabiye anasına dil uzatarak hakaret edince, Peygamberimizin kendisini: “Sen şahsında cahiliye kalıntıları bulunan birisin.” diyerek azarlaması da bu kabildendir. (Hadis, Buhari-Müslim ve diğerlerinde kaydedilmiş. Bkz. S. El-Bu-harî, Kitab El-İman, Cahiliye Adetlerinden Olan Günahlar, Babı, Feth El-Bârî, H. No: 30, c. 1, s. 84, Ayrıca H. No: 6050. S. Müslim, Kitab El-İman, Efendinin Yediğinden, Kölelerine de Yedirmesi Babı, H. No: 1661, c. 3, s. 1282-1283. Müsned-i Ahmed, c. 5, s. 161.) (Ebû Zer, Asıl adı, Cündeb b. Cünade b. Sekn El-Ğıfâridir. ilk müslüman olan ulu Sahabi'dir. Mekke'de diğer müslümanlar kendilerini gizlerken o müslüman olur olmaz kimliğini ilan etti. Kureyş'in önünde Kelime-i şehadeti yüksek sesle haykırınca, Kureyşlilerce dövüldü. Daha sonra kendi yurduna döndü. Bedir ve Uhud savaşlarının ardından Medine'ye hicret etti.Düzgün konuşurdu. Cenab-ı Rasûl, onun bu özelliğinden söz ederdi ve şöyle dua ederdi: “Ebu Zer'e Allah rahmet etsin. Bir başına yaşar, bir başana ölecek ve bir başına dirilecek”. Osman'la arasında bazı tartışmalar olunca, insanlar arasında ayrılık çıkarır korkusuyla Halife (Osman) onu, Rebeze'ye sürdü. H. 23de orada öldü.Cenazesini İbn Mesud kaldırdı. (Allah ondan razı olsun) Bkz. El-İsâbe, c. 4, s. 62-64. Biy. 384.) Peygamberimizin bu azarı hem söz konusu kötü huyu ve hem de İslâmiyetin onaylamadığı cahiliye ahlakını kınayıcı niteliktedir. Şu ayet de ayni espriyi taşır: “Kâfirler kalblerini taassupla, cahiliye taassubu ile doldurduklarında Allah, Peygamberi ile müminlere ağır başlılık bağışladı.” (Fetih: 26.) Burada “taassub” un “cahiliye” ye dayandırılması bu huyun kınanmasını gerektirir. Tabii ki, cahiliye dönemi ile ilgili bütün adet ve davranışlar da aynı şekilde kınanma kapsamına girecektir. Yine Müslim'in, Ebu Hureyre'ye dayanarak yer verdiğine göre Peygamberimizin: “Şu iki davranış insanlara yapışmış birer küfür unsurudur: 1 - Nesebe dil uzatmak 2 - Ölünün arkasından bağıra bağıra ağıt yakmak.” (S. Müslim, Kitab El-İman, Soya Dil Uzatma, Ölünün Ardından Bağıra Çağıra Ağlamanın Küfür Adıyla Anılması Babı, H. No: 67, c. 1, s. 82.) Buradaki “insanlara yapışık birer küfür unsuru” deyimi “bu iki davranış insanlarda bulunan birer küfür kırıntısıdır” demektir. Buna göre bu iki davranışın kendileri birer küfürdür, kâfirliğe mahsus davranışlardandırlar ve insanlarla varlıklarını sürdürürler. Yalnız şunu belirtmemiz gerekir ki, üzerinde kâfirliğin herhangi bir unsurunu bulunduran kimse sırf bu yüzden gerçek anlamı ile kâfir olmaz. Tıpkı şahsında her hangi bir müminlik unsuru bulunduran kimsenin sırf bu kadarlıkla bilinen gerçek anlamı ile mümin olamayacağı gibi. Biraz daha açıklarsak Peygamberimizin: “Kul ile kâfirlik -veya müşriklik- arasında sadece namaz kılmamak vardır” (Müslim, Kitab El-İman, Namaz Kılmayana Kafir Adının Verilmesi Babı, c. 1, s. 88; Ebu Davud, Kitab El-Sünne, H. No: 4678, c. 5, s. 58-59. Tirmizî, Kitap El-Iman, Namazı Bırakma Konusunda Gelen Hadisler Babı, H. No: 2618,2619 ve 2620. Müslim ve Ebi Davud'un rivayet ettikleri aynı sözcüklere uygun olarak. Tirmizî: “Hadis “hasen” ve “sahih” dir.” diyor. c. 5, s. 13.) Hadisinde geçen belirtme edatlı “Kâfirlik” ile belirtme edatsız mutlak anlamlı “Kâfirlik” terimi arasında anlamca fark vardır. Tıpkı bunun gibi mutlak anlamlı “Kâfir” veya “mümin” terimleri ile Peygamberimizin: “Ben'den sonra tekrar biribirinin boyunlarını vuran kâfirler haline dönmeyiniz.” (Buhari, Müslim ve diğerleri rivayet ediyor. Buhari, Kitab El-ilim, Alimleri Dinleme Babı, H. No: 121, Feth El-Bâri, c. 1, s. 217. Aynı hadisi başka konularda şu numaralarda kaydediyor Buharî, H. No: 4405, 6869 ve 7080; Müslim, Kitab El-İman, Peygamberin: “Benden sonra birbirinizin boynunu vurarak küfre dönmeyin.” sözü Babı, H. No: 65-66, c. 1, s. 81-82.) Sözünde geçen “kâfir” terimi arasında da anlam farkı vardır. Peygamberimizin “Birbirlerinin boyunlarını vuran” ifadesi buradaki “kâfir” deyiminin hangi anlamda kullanıldığını açıklıyor. Buradaki “kâfirler” terimi dilbilgisi bakımından geçici ve şartlı olarak bu anlamı taşır, yoksa matlak anlamlı “kâfir” veya “mümin” terimleri kategorisine girmezler. Nitekim Cenab-ı Allah: “O fışkıran sudan yaratıldı” ayetinde meniyi “su” olarak adlandırıyor. Fakat bu geçici ve şartlı bir adlandırmadır, yoksa “Eğer su bulamazsanız, temiz toprakla teyemmüm ediniz.” ayetinde geçen gerçek ve mutlak anlamlı “su” ile ayni kategoriye girmez. (Alâk:6,Maide:6) Yine sahabilerden Cabir b. Abdullah'ın -Allah ondan razı olsun- anlattığı ve Buharı ile Müslim'de yer alan şu olaylarda bu kabildendir: Peygamberimizle (salât ve selâm üzerine olsun) birlikte savaşta (Tebük savaşı) idik. Muhacirlerden (Mekke'lilerden) çok sayıda kişi bu savaşa katılmıştı. Bunlar arasında bulunan şakacı bir adam Ensar'dan (Medinelilerden) birinin kaba etine alay etmek maksadı ile bir tokat vurdu. Ensar'dan olan arkadaşımız buna çok kızdı ve çıkan tartışma üzerine her ikisi de kendi tarafını kışkırtmaya kalkıştı. O, Yani Ensar'dan olan arkadaşımız “Buraya bakın, ey Ensar” ve Muhacirlerden olan taraf da “Buraya bakın, ey Muhacirler” diye bağırdılar. Gürültüyü işitince ortaya çıkan Peygamberimiz: “Ne bu cahiliye kışkırtmaları, ne oldu bu adamlara?” diye seslendi. Kendisine Muhacirlerden olan arkadaşın Ensar'dan olan arkadaşa alay maksatlı bir tokat vurduğu anlatılınca: “Bırakın bu adeti, pis bir şakadır o” buyurdu. Fakat münafıkların başı Abdullah b. Ubeyy b. Selul: “Bu adamlar üzerimize gelmeye kalkışmadılar mı? Vallahi, eğer savaştan geri dönersek üstün olanlarımız aşağılık olan tarafı Medine'den çıkaracaktır.” diyerek Ensarı kışkırtmaya devam etti. (Münafıkun:8.) Bunu işiten Hz. Ömer: “Ya Rasûlüllah, bu pis herifi öldürmeyelim mi?” deyince Rasûlüllah onun görüşüne karşı çıkarak: “Hayır, çünkü o zaman -Muhammed arkadaşlarını öldürüyor- derler” buyurdu. (S. Buhari, Kitab El-Menakib, Cahiliye Davasında Bulunmanın Yasaklandığı Bab, Feth El-Bârî, H. No: 3518, c. 6, s. 546.) (Abdullah b. Ubeyy b. Selul; Rasûlüllah zamanında Münafıkların başıydı. Asıl adı: Abdullah b. Übey b. Malik b. El-Haris b. Ubeyd El-Hazrecî'dir. Künyesi, Ebul Habbab'dır. Ancak, İbn Selül takma adıyla ünlüdür. Selül, Baba tarafından dedesidir. İslam öncesi Hazrec Kabiles'nin lideriydi. Bedirden sonra müslüman olduğunu açıkladı. Müslümanları birbirine düşürmeye, cihaddan alıkoymaya, yalan haberler yaymaya alay etmeye, kötü bir hal başlarına geldiğinde, sevinip oynamaya başladı. Rasûlüllah zamanında ölünce, Rasûlüllah namazını kıldırdı. Allah: “Onlardan ölen birine kesinlikle namaz kılma, onun kabri başında da durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Rasûlünü tanımadılar, yoldan çıkmış olarak öldüler.” (Tevbe: 84), ayetini göndererek onu bundan sakındırdı. Zerkelî, El-Âlâm, c. 4, s. 65.) |