Her Kul Tevbe ve İstiğfar Etmeye Daima Muhtaçtır
Kategoriler
Full Description
Kul, daima Allah'tan affedilmesini istemeli ve yine O'ndan mağfiret dilenmelidir. Bununla yükümlüdür kul. Yüce Allah mealen buyuruyor:
“Ey iman edenler! Hepiniz Allah'a tevbe ederek mağfiret dileyin ki, felah bulasınız!” (Nur: 31)
İmam Buhari'nin sahihinde, şöyle bir hadis zikredilmektedir:
“Ey insanlar! Rabbine tevbe ile mağfiret isteyin! Varlığım kudretli elinde olan, Allah 'a yemin ederim ki, ben her gün, yetmişten daha fazla olmak üzere, Allah'a tevbeyle istiğfar ederim!”
Müslim'in sahihinde ise, şöyle bir hadis nakledilmiştir:
“Kalbimi bazı kereler, dünyevi arzular gölgeleyip meşgul eder ve ben günde yüz kerre Allah'a tevbe ile istiğfar ederim!”
Sünen'de İbni Ömer'den şöyle bir nakil vardır:
“Biz Allah Resulünün bir sohbet toplantısında; “Allah'ım! Beni bağışla! Şüphesiz ki, sen Rahim'sin! (Yani tevbeleri kabul edicisin!) derdi. Biz bunları sayardık, bazı kere yüz defayı aştığını müşahede ederdik”
Yüce Allah, tasvip ettiği iyi işlerin, mağfiretle takviye edilmesini emretmiştir. Allah Resulü bunun için, namazlarında selam verdikten sonra, üç kere istiğfar ederdi:
“Allah'ım, sen selamsın, selam sendendir. Ey büyüklük ve kerem sahibi Rabbim! sen ne kadar ulusun!”
Allah Resulünün namazlardan sonra böyle söylediği, sahih hadisle sahih olmuştur.
Yüce Allah, kendilerine cenneti ve ilahi nimetleri vaadettiği takva sahibi kullarını tasvir ederken şöyle buyurmuştur:
“Onlar seher vakti istiğfar ederler!” (Al-i İmran:17)
Yüce Allah, müminlere, geceleyin kalkarak istiğfar etmelerini, ibadette bulunmalarını emrediyor:
“Allah 'a istiğfar edin! Çünkü Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir!” (Müzemmil: 20)
Bu sure, gece ibadetlerinden bahseden suredir.
Gine, yüce Allah, Hac farizasından bahsettiği ayetinde istiğfarı emrediyor:
“Rabbinizin lütuf ve keremini aramanızda sizin için bir günah yoktur. Arafat'taki duruştan ayrılıp seller gibi akın edince, Meşer-i Haram'da Allah'ı anın! O'nun size gösterdiği biçimde, O'nu anın! Siz gayet iyi bilirsiniz ki, O'nun yol göstermesinden evvel, sapıklardandınız! Sonra insanların akın akın döndükleri yerden siz de akın edin ve Allah'tan mağfiret dileyin! Şüphesiz Allah bağışlayan ve esirgeyendir.” (Bakara: 198-199)
İslam dininin tebligatının sona erdiği günlerde, Allah Resulünün son savaşı olan Tebük seferi vesilesiyle yüce Allah mealen şu ayeti celileyi inzal buyurdu:
“Andolsun Allah, Resulü ve o güçlük saatında ona uyan Muhacirleri ve Ensar'ı affetti. O zaman içlerinden bir kısmının kalbleri imandan kaymaya ramak kalmışken, yine de onların tevbesini kabul buyurdu. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. Ve savaştan geri bırakılan o üç kişinin de tevbelerini kabul buyurdu. Bütün genişliğine rağmen, arz başlarına dar gelmiş ve canları kendilerini sıktıkça sıkmış ve Allah'tan, yine Allah'a sığınmaktan başka bir çare olmadığını anlamışlardı. Allah, onların tevbesini kabul buyurdu ki, tevbe etsinler. Çünkü Allah tevbeyi çokça kabul eden, çokça esirgeyendir.” (Tevbe: 117-118)
Bu ayetler, Allah Resulüne inen en son ayetlerdendir. En son ayetler Nasr Suresinin ayetleridir:
“Allah'ın yardımı geldiğinde, önünde hiçbir engel kalmadığını gören insanlar, beni de, bu yardıma layık kılan bu dinin içine al, diye sana koşan, insanları, gördüğün zaman, hemen Rabbine hamd ile tesbih et. O'nun yargılamasını /affedilmesini iste. Şüphesiz o tevbeleri çokça kabul edendir.” (Nasr: 1-3)
Görülüyor ki; şanı yüce Allah, sevgili Resulünden, amellerini, tesbih ve istiğfar ile sona erdirmesini buyurmuştur.
İmam Buhari'nin ve Müslim'in sahih'inde, Hz. Aişe'den şöyle bir hadis rivayet edilmiştir:
“Allah'ın Resulü, rüku ve secdesinde, Kur'ana imtisal ile:
“Allah'ım! Seni tesbih eder, yalnız sana hamdederim! Beni bağışla!” derdi.”
Yine Buhari ve Müslim'de Allah'ın Resulünden şöyle bir haber gelmektedir:
“Allah'ım, beni bağışla! Hatamı, cehlimi, israfımı ve sana malum olan her türlü kusurlarımı affet! Şaka ve ciddi, bilerek veya bilmeyerek, açık veya gizli benden sadır olmuş veya olacak olan hatalarımı mağfiret buyur! Senden başka affedicim yoktur.”
Hz. Ebu Bekir, bir gün Allah'ın Resulüne;
“Ey Allah'ın Resulü! Bana, namazdan sonra, okuyacağım bir dua öğretir misiniz?” diye ricada bulunmuştu:
Allah'ın Resulü şöyle buyurmuştu:
“Duanı şöyle yap!
Ey Allah'ım! Ben kendi nefsime çok zulmettim! Senden başkası günahlarımı bağışlayamaz. Tarafından bir mağfiretle beni bağışla! Bana rahmet et! Çünkü, sen gafur ve rahimsin!” (Buhari ve Müslim)
Yine Ebu Bekir bir gün;
“Ey Allah'ın Resulü! Bana bir dua öğret ki, sabah akşam onunla dua edeyim” diye niyazda bulundu. Allah'ın Resulü de ona şu duayı öğretti:
“Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Gizli ve aşikar herşeyin bilicisi! Bütün yaratılmışların Rabbi olan sonsuz kudret sahibi Allah'ım! Senden başka ibadete layık ilah olmadığına şahadet eder, nefsimin şerrinden, şeytanın aldatmasından ve şirkinden sana sığınırım! Kendime veya bir Müslümana karşı kötülük yapmış olmaktan beni koru!” diye dua eder, sabah ve akşam yatacağın zaman böyle söylersin ya Bekir!” (Sünen)
Kur'an'da ve Resulün sünnetinde bütün bunlar böylece sabit olunca, hiçbir kimse, Allah'a tevbe ve istiğfar etmekten kendisini azade sayamaz. Her kul tevbe ve istiğfar etmeye daima muhtaçtır.
Şanı yüce Allah buyuruyor ki:
“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, onun sorumluluğundan korktular; onu insan yüklendi. Bununla birlikte onun hakkını tam olarak yerine getirmedi. Çünkü o zalim ve çok cahildir. Allah bu emaneti insana vermiştir ki, iki yüzlü erkeklere ve iki yüzlü kadınlara, puta tapan erkeklere azap etsin; insan erkek ve kadınların da tevbelerini kabul buyursun; Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (Ahzab: 72-73)
Zikrettiğimiz ayeti celilede beyan buyrulduğu gibi, insan hakikaten zülm eden ve gerçekten de cahildir.
İnsanların kurtuluş çaresi mümin olmak, müminlerin kurtuluş çaresi ise, tevbe edip, mağfiret dilenmektir.
Yüce yaratıcı kitabında, iyi kullarının tevbekar olduklarını ve onların bağışlandığını haber vermektedir.
Sahih bir hadisde Allah'ın Resulü buyurmuştur:
“Hiçbir kimse sadece kendi amelleriyle cennete giremez.”
Bunu işiten ashabdan biri sordu:
“Siz de mi ey Allah'ın Resulü?”
Bu soru üzerine Allah'ın Resulü şöyle cevap vermiş:
“Evet, ben de! Rabbimin, tarafından bir rahmet ve fadlına nail kılması dışında, ben de giremem!”
Allah Resulünün bu açıklaması, şu ayetin manasına zıd düşmemektedir:
“Cennet ehline denecek ki, “Geçmiş günlerde takdim ettiğiniz, amellerinizin mükafatı olarak, afiyetle yeyin için!”
Çünkü, Allah'ın Resulü, tek karşılık ve denklik ifadesi olan “Ba” harfini istimal etmemiştir. Kur'an'ın ifade ettiği ise, sebebiyet ifade eden “Ba” harfidir.
“Allah bir kulu sevince, günahlar ona zarar vermez” diyenlerin sözüne gelince...
Bunun manası şudur:
“Allah bir kulu sevdi mi, ona tevbekar olmayı ilham eder; o da tevbe ve istiğfar ederek, günahlara düşmekten, kötülüklerin arkasından koşmaktan kurtulur.”
Günahlara düşkün olan bir insanın zarar görmeyeceğini sanan kimse, hiç şüphesiz bir sapıktır. Kitap ve sünnete, evvelkilerin ittifakına, dinin büyük imamlarına muhalefet etmiş olur...
Gerçek şudur:
“Kim zerre miktarı hayır işlerse onu görecek, kim de zerre kadar kötülük yaparsa onun karşılığını görecek.” (Zilzal: 7-8)
Yüce Allah'ın sevdiği kullar, şu ayeti celilede beyan buyrulan kullardır:
“Rabbinizden size bağış olarak, eni yerler ve gökler kadar geniş, takva ve itaat sahipleri için hazırlanmış cennete koşuşun! O muttakiler ki, bollukta ve darlıkta Allahın emrettiği yerlerde harcarlar, Öfkelerini gemleyerek insanları affederler, Allah da o güzel davrananları sever. Ve onlar ki, bir kötülük yaptıkları, ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayarak hemen bağışlanmasını dilerler. Günahları da Allah 'tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar yaptıkları kötülüklere bile bile devam etmezler.” (Al'i-İmran: 133-135)