İman - Amel İlişkisi
Kategoriler
Full Description
Müminlerden kendi kendine zulmeden ise, iman ve takvası oranında Allah'ın velisi olduğu gibi, günahkarlığı (fücuru) oranında da bunun aksidir. Çünkü bir kişide ceza ve mükafat görebilecek şekilde hem sevabı gerektiren iyilikler (hasenat), hem cezayı gerektiren günahlar (seyyiat) bulunabilir.
Bu, bütün ashabın, imamların, ehli sünnet ve cemaatin görüşüdür. Bunlar, kalbinde zerre kadar iman olan kişinin cehennemde ebedi kalmayacağını söylerler.
Hariciler ve Mutezile gibileri ise; kıble ehlinden cehenneme giren kişinin orada ebedi kalacağını ve çıkmayacağını söylerler.
Büyük günahları (kebair) işleyenler hakkında cehenneme girmeden önce veya girdikten sonra ne peygamberin, ne başkasının şefaati olur, derler. Onlara göre bir kişide sevap ve ceza, iyilikler ve kötülükler birarada bulunamaz. Mükafatlandırılan kişi ceza görmez ve cezalandırılan kişi de mükafat görmez, derler. Bu konunun Kur'an, Sünnet ve icma'dan delilleri çoktur. Onları ilgili yerlerinde belirttik.
Bu ilkeden birtakım hükümler çıkar. Şöyle ki;
"hakiki iman sahibi olanların bu imanları oranında amellerinin de olması gerekir. Bu kişilerin günahları da olabilir."
Buhârî, Ömer b. el-Hattab'dan şöyle rivayet eder:
"Eşek diye anılan bir adam vardı. Rasûlullah'ı güldürürdü. Bu adam içki içerdi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de onu cezalandırırdı. Bir gün içtiği için getirildiğinde, adamın biri ona:
"Allah lanet etsin, Rasûlullah'a ne kadar çok getiriliyor!" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Lanet etme, o, Allah'ı ve Rasûlünü seviyor" buyurdu. (Buhârî (6780) )
Bu da gösteriyor ki içki içme günahı işleyen bir kişi Allah'ı ve Rasûlünü seviyor olabilir.
Allah'ı ve Rasûlünü sevmek, imanın en sağlam temelleridir.
Aynı şekilde, zahid olan bir kişi de, içindeki nifak ve bid'at sebebiyle Allah ve Rasûlü tarafından nefret edilen kişi olabilir.
Nitekim Sahih ve diğer kitaplarda Ali, Ebu Said el-Hudri ve başkalarından Peygamberin Haricilerle ilgili şöyle dediği rivayet edilir:
"Biriniz onların namazı yanında namazını, orucu yanında orucunu ve okuması yanında okumasını azımsar. Kur'an'ı okurlar ama onların gırtlaklarından aşağı gitmez. Ok yaydan çıkar gibi İslamdan çıkarlar. Onları nerede görürseniz, öldürün. Onları kim öldürürse kıyamet günü ecrini alır. Onlara yetişirsem, Ad kavminin öldürüldüğü gibi öldürürüm". (Buhârî (3344); Müslim (1/1064)
Ashab, Emiru'l-Mu'minin Ali b. Ebi Talib'in yanında bunlara karşı savaştılar.
Sahih hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunlarla ilgili olarak şöyle buyurur:
"Müslümanların bölündüğü bir sırada dinden çıkan bir fırka ortaya çıkar. Hakka en yakın olan iki gruptan biri onları öldürür". (Müslim (1/1065)
Onun için Sufyan-ı Sevrî ve başka birçok imam şöyle der:
"İblis, günahtan çok, bid'atı sever. Çünkü günahtan tevbe edilir ama bid'attan tevbe edilmez. Çünkü Allah'ın ve Rasûlününün teşri etmediği bir şeyi din edinen bid'atçı, yaptığı amel kendisine süslü geldiğinden onu güzel görür. Güzel gördüğü sürece de ondan tevbe etmez. Çünkü tevbe etmenin sebebi, kişinin yaptığı işin tevbe edilmesi gereken kötü bir iş olduğunu bilmesi veya emredilen vacip yahut müstehap bir ameli terkettiğinden tevbe etmek gerektiğini anlamasıdır. Yaptığı iş kötü olduğu halde onu güzel görmeye devam ettiği sürece ondan tevbe etmez."
Ne var ki ondan tevbe etmeside mümkündür ve olmuştur. Çünkü Allah ona doğru yolu gösterebilir ve kendisi de hakkı görebilir. Tıpkı kafirlerden, münafıklardan, bid'at ve sapıklık ehlinden zümrelere yol gösterip hidayet verdiği gibi. Bu da bildiği hakka uyması ile olur. Kim bildiği şeylerle amel ederse, Allah ona bilmediklerini öğretir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Doğru yolu bulanların ise Allah doğruluklarını artırır, onların karşı gelmekten sakınmalarını sağlar." (47 Muhammed / 17)
"Şayet onlara "Kendinizi öldürün" yahut "Memleketinizden çıkın" diye emretmiş olsaydık, pek azından başkaları bunu yapmazlardı. Kendilerine verilen öğüdü yerine getirmiş olsalardı, onlar için daha iyi ve daha sağlam olurdu. O zaman onlara kendi katımızdan büyük bir ecir verir ve onları doğru yola eriştirirdik." (4 Nisa/66-68)
"Ey iman edenler! Allah'tan sakının, peygamberine inanın ki, Allah size rahmetini iki kat versin; size ışığında yürüyeceğiniz bir ışık var etsin; sizi bağışlasın; Allah bağışlayandır, acıyandır." (57 Hadid/28)
"Allah iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır." (2 Bakara/257)
"Ey Kitap ehli! Kitaptan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Şüphesiz size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir. Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir." (5 Maide/15-16).
Kitap ve Sünnette bunun delilleri çoktur. Hevesine uyarak bildiği haktan yüz çevirenin durumu da aynı şekildedir. Yüz çevirmesi, ona cehalet ve sapıklık verir ve apaçık hakkı görmeyecek derecede kalbini köreltir.
Yüce Allah buyuruyor:
"...Ama onlar yoldan sapınca, Allah da onların kalplerini saptırmıştı. Allah, yoldan çıkan milleti doğru yola eriştirmez." (61 Saf/5)
"Kalplerinde hastalık vardır. Allah onların hastalığını artırmıştır." (2 Bakara/10)
"Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler. De ki: "Mucizeler, ancak Allah katındadır"; onların, mucize geldiği zaman da inanmayacaklarını anlamıyor musunuz? Onların kalplerini, gözlerini, ona ilk defa inanmadıkları gibi çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız." (6 Enam/109-110)
Bu, olumsuzlaştırma ve kınama sorusudur. Yani o mucize geldiğinde onların inanmayacaklarını ne biliyorsunuz?!
Daha önce ona inanmadıkları halde sonra onların bakışını ve kalplerini değiştiririz de inanırlar.
Ayette "İnne" okuyanların okumasına göre ise kendilerine mucize geldiği taktirde bile kesin olarak ona inanmayacaklardır ve önce inanmadıkları gibi şimdi de onların bakışını ve kalplerini değiştiririz, böylece inanmazlar, anlamında olur. Onun için Said b. Cubeyr gibi seleften kimileri şöyle der:
"İyilikten sonra iyilik işlemek, iyiliğin bir mükafatıdır ve kötülükten sonra kötülük işlemek, kötülüğün bir cezasıdır".
Sıdk (Doğruluk) ve Fazileti
Buhârî ve Müslim, İbni Mesud'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Doğruluktan şaşmayın.Çünkü doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söylediği ve söylemeye devam ettiği sürece Allah'ın yanında sıddîk olarak yazılır. Yalandan da sakının. Çünkü yalan söylemek, kötülüğe (fücura) götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söylediği ve söylemeye devam ettiği sürece Allah'ın yanında yalancı olarak yazılır." (Buhârî (6094); Müslim (105/607)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bu sözüyle doğru söylemenin iyilik işlemeyi gerektiren ve yalan söylemenin de kötülük işlemeyi gerektiren bir etken olduğunu belirtir.
Yüce Allah şöyle buyurur:
"İyiler (ebrar) şüphesiz nimet içindedirler. Allah'ın buyruğundan çıkanlar (fuccar) cehennemdedirler." (82 İnfitar/13-14)
Onun için alimlerden biri, etrafında olan kişilere tevbe etmelerini söylerken, ürkütmemek ve nefret ettirmemek için daima doğru söylemesini emrederdi. Onun için alimler ve şeyhler konuşmalarında ihlas ve doğru olmaktan çokça söz eder ve "Doğru söylemeyen kişi bana uymasın" derlerdi.
"Doğru söylemek, Allah'ın yer yüzünde kılıcıdır, hangi şeye vurulursa keser" derler.
Seyf b. Esbat ve başkaları şöyle der:
"Kim Allah'a karşı doğru olursa, mutlaka kendisine de doğru davranılır".
Bunun örnekleri çoktur.
Sıdk (Doğruluk) ve ihlas, gerçekte imanın ve İslam'ın netleşmesidir. Bilindiği gibi müslüman olduğunu söyleyenler mümin ve münafık olmak üzere iki kısma ayrılırlar.
Mümin ile münafık arasındaki fark, doğruluktur.
Münafıklığın üzerinde bina edildiği temel ise, yalancılıktır. Onun için Allah, gerçek imanı anarken onu doğrulukla niteler.
"Bedeviler: "iman ettik" dediler, de ki: "İman etmiş değilsiniz ama İslam olduk deyin; iman henüz gönüllerinize yerleşmedi; eğer Allah'a ve peygamberine itaat ederseniz, işlediklerinizden bir şey eksilmez; şüphesiz Allah, bağışlar, merhamet eder. İman edenler, ancak Allah'a ve peygamberine inanmış, sonra şüpheye düşmemiş; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihat etmiş olanlardır. İşte onlar doğru olanlardır." (49 Hucurat/14-15)
"Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır." (59 Haşir/8).
Yüce Allah, imanlarında doğru olanların içlerinde şüphe taşımadıklarını, mal ve canlarıyla onun yolunda cihad ettiklerini belirtir. Çünkü öncekiler ve sonrakilerden alınan söz budur.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Allah peygamberlerden söz almıştı: "And olsun ki size Kitap, hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir peygamber gelecek, ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul ettiniz mi?" demişti. "İkrar ettik" demişlerdi de: "Şahid olun, Ben de sizinle beraber şahitlerdenim" demişti." (3 Âl-i imran/81).
İbni Abbas radıyallahu anh şöyle der:
"Allah, gönderdiği her peygamberden şu sözü almıştır:
Hayatta iken Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilirse, ona iman edeceksin ve destekleyeceksin, Muhammed peygamber olarak gönderilirse ona iman edeceklerine ve destekleyeceklerine dair kendi ümmetinden de söz alacaksın" (İbn Kesîr Tefsiri (1/378)
Yüce Allah buyuruyor:
"And olsun ki peygamberlerimizi belgelerle gönderdik; insanların doğru hareket etmeleri için peygamberlere kitap ve ölçü indirdik; pek sert olan ve insanlara bir çok faydası bulunan demiri de var ettik. Bu, Allah'ın dinine ve peygamberlerine görmeksizin yardım edenleri meydana çıkarması içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, güçlüdür." (57 Hadid/25)
Allah kitabı ve mizanı indirdiğini, kendisine ve peygamberlerine kimin yardım ettiğini ortaya çıkarması ve adaletin yerine gelmesi için de demiri indirdiğini belirtmiştir.
Onun için din, yol gösteren kitap ve yardım eden kılıçla ayakta durur.
Yol gösterici ve yardımcı olarak da olarak Allah yeter.
Kitap ve demir, indirilişte ortak olsa da, bu, birinin inmediği yerden diğerinin inmesine engel değildir. Çünkü Kitap, Allah'tan indirilmiştir.
"Aziz ve hakim olan Allah'tan Kitab'ın indirilmesidir" (39 Zümer/1),
"Elif Lam Ra. Bu, ayetleri muhkem olan, sonra hakim ve habir olan tarafından tafsil edilen bir kitaptır" (11 Hud/1),
"Şüphesiz Kur'an sana hakim ve alim olan tarafından veriliyor" (27 Neml/6) ayetlerinde belirtildiği gibi.
Demirde içinde yaratıldığı dağlardan çıkarılmakta / indirilmektedir.
Dinin temellerini içeren birr (iyilik) iddiasında sadık (doğru) olanları nitelemesi de bu şekildedir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz birr (iyi olmak demek) değildir; lakin iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır." (2 Bakara/177)
Münafıkları ise, Allah değişik ayetlerde yalancılıkla nitelemiştir. Şöyle buyurur:
"Kalplerinde hastalık vardır, Allah hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyleye geldikleri için onlara elem verici azab vardır." (2 Bakara/10)
"İkiyüzlüler sana gelince: "Senin şüphesiz Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet ederiz" derler. Allah, senin kendisinin peygamberi olduğunu bilir; bunun yanında Allah, ikiyüzlülerin yalancı olduklarını da bilir." (63 Munafikun / 1)
"Allah'a verdikleri sözden caydıkları ve yalancı oldukları için O'nunla karşılaşacakları güne kadar Allah kalplerine nifak soldu." (9 Tevbe/77)
Kur'anda bunu belirten ayetler çoktur.
Bilinmesi gereken şeylerden biri de, doğru söylemek ve tasdik etmek, hem söylemde/sözde hem amellerde olur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sahih hadiste şöyle buyurur:
"İnsan oğluna zinadan payı yazılmıştır ve onu mutlaka yapar. Gözler zina eder ve onların zinası bakmaktır, kulaklar zina eder ve onların zinası dinlemektir, eller zina eder ve onların zinası dokunmaktır, ayaklar zina eder ve onların zinası yürümektir, kalp arzu eder ve canı çeker, tenasül organı da bunu ya doğrular veya yalanlar" (Buhârî (6243); Müslim (2657)
Düşmanla savaşmakta kararlı olanların saldırıları için: "düşmana doğru / gerçekten bir saldırı yaptılar" denir. "Falan kişi sevgi ve dostluğunda sadıktır / doğrudur." denir. Bunun benzerleri çoktur.
Bütün bunlarla iradesi, amacı ve isteğinde sadık / doğru olan kişiler kastedilir.
Mümin amelinde, haber ve konuşmasında doğru/samimi olan kişidir.
Münafık, doğru olan müminin zıttıdır. O da sözünde veya amelinde yalancı olan kişidir. Amelini gösteriş için yapan kişi gibi.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz münafıklar Allah'ı aldatmağa çalışırlar, oysa O, onlara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir. Onlar namaza tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, ne onlarla, ne de bunlarla olur, ikisi arasında bocalayarak Allah'ı pek az anarlar. Allah'ın saptırdığı kimseye yol bulamayacaksın." (4 Nisa/142-143)
İhlas İslamın Gerçeğidir
İhlas ise, İslamın gerçeğidir. Çünkü "İslam" başkasına değil, sadece Allah'a teslim olmaktır.
Yüce Allah buyuruyor:
"Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler. Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler." (39 Zumer/29-30)
Allah'a teslim olmayanlar, büyüklenenlerdir.
Hem Allah'a hem başkasına teslim olanlar ise müşriklerdir.
Hem büyüklenmek, hem ortak koşmak / şirk, İslamın zıttıdır. İslam ise şirk ve büyüklenmenin zıttıdır. "İstislam" formu, hem lazım hem müteaddi olarak kullanılır.
"Rabbi ona: 'Teslim ol" buyurduğunda, "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. İbrahim bunu oğullarına vasiyet etti. Yakup da: "Oğullarım! Allah dini size seçti, siz de ancak O'na teslim olmuş olarak can verin" dedi." (2 Bakara/131-132)
"Evet, iyilik yaparak Allah'a teslim olanın ecri Rabbi'nin katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir." (2 Bakara/112)
Kur'an'da bunun örnekleri çoktur.
Onun için İslam'ın başı / esası:
Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına şahitlik / tanıklık etmektir.
Bu da yalnız Allah'a ibadet etmeyi ve onun dışında hiçbir şeye ibadet etmemeyi içerir.
O da, Allah'ın öncekilerden ve sonrakilerden başka bir dini kabul etmeyeceği genel İslamdır.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kim İslam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir." (3 Âl-i İmran/85).
"Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri, O'ndan başka ibadete layık ilah olmadığına şahitlik etmişlerdir. O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur, O güçlüdür, Hakîm'dir."
"Allah katında din, şüphesiz İslam'dır...." (3 Âl-i İmran/18-19)
Dinin Temeli
Belirttiğimiz bu şeyler, gerçekte dinin temelinin / aslının kalpteki bilgi / ilim ve ameller olduğunu ve bunlar olmadan zahir amellerin bir işe yaramadığını gösterir.
İmam Ahmed'in Müsned'inde rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
"İslam, açık olandır, iman ise kalptedir." (Ahmed (3/134-135)
Onun için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Numan b. Beşir'den ittifakla rivayet edilen hadiste şöyle buyurur:
"Helal açıktır, haram da açıktır. İkisi arasında birçok insanın bilmediği şüpheli şeyler vardır. Şüpheli şeylerden kim sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur, kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşer. Tıpkı korunun etrafında koyunlarını otlatan çoban gibi. Her an korunun içine girebilir. Dikkat edin, her kralın bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Vücutta bir parça et vardır, o düzelirse vücut düzelir, bozulursa, vücut da bozulur, O da kalptir." (Buhârî (52); Müslim (107/1599)
Ebu Hureyre'nin şöyle dediği rivayet edilir:
"Kalp, hükümdardır, organlar da onun askerleridir, hükümdar iyi olursa, askerleri de iyi olur, hükümdar kötü olursa, askerleri de kötü olur." (Suyuti, el-Camiu's-Sağîr; el-Elbânî, Daîfu Camiu's-Sağîr (4/131)
Batınî (Kalbi) Ameller
Allah'ı sevmek, ihlaslı olmak, ona tevekkül etmek, hoşnutluk gibi iç amellerin tümü kişisel ve toplumsal olarak herkese emredilen amellerdir. Kişi hangi makamda olursa olsun, onları terketmesi hiçbir şekilde iyi olmaz.
Hüzün:
Hüznü, Allah veya Rasûlü emretmiş değildir. Aksine, dinî kimi meselelerle ilgili de olsa, bazı yerlerde mahzun olmak yasaklanmıştır.
Yüce Allah buyuruyor:
"Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız, mutlaka siz en üstünsünüzdür." (3 Âl-i İmran/139)
"Arkadaşına (Ebu Bekir'e) "Üzülme, Allah bizimledir" diyordu;..." (9 Tevbe/39),
"İnkarcıların sözleri seni üzmesin, çünkü bütün kudret Allah'ındır. O, işitir ve bilir." (10 Yunus/65),
"Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah, kendini beğenip öğünen hiç kimseyi sevmez." (57 Hadid/23)
Mahzun olmak, bir yarar sağlamadığı gibi bir zararı da önlemez. Onun için bir yararı yoktur. Yararı olmayan bir şeyi de Allah emretmez.
Evet, hüzünle beraber bir haram işlenmiyorsa, başına gelenlere üzülmek gibi, mahzun olmak kişiye günah sayılmaz.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
"Şüphesiz Allah, kalbin mahzun olması veya gözün yaşarmasından dolayı sorumlu tutmaz, (dilini göstererek) sadece bundan sorumlu tutar veya merhamet eder" (Buhârî (1304) Müslim (2/636)
"Göz yaşarır, kalp mahzun olur, ama Allah'ın hoşuna gidecek şeyler dışında bir şey söylemeyiz" (Buhârî (1303) Müslim (6/1707)
"Onlara sırt çevirdi, "Vah, Yusuf'a yazık oldu!" dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu." (12 Yusuf/84) ayetindeki hüzün de bu türdendir.
Bazan hüzünle beraber kişinin sevap kazandığı ve övüldüğü bir olay olur. Sevap kazanmak ve övülmek, hüzünden dolayı değil, o olaydan dolayıdır. Dininden dolayı kendi başına veya bütün müslümanların başına gelen musibetlerden dolayı kişinin mahzun olması gibi.
Kalbindeki hayır sevgisi, kötülüğe düşmanlık ve bunun sonuçlarından dolayı kişi hüzünlenerek sevap kazanır. Ancak bundan dolayı üzülmek; eğer sabretmek, cihad etmek, yararı sağlamak ve zararı önlemek gibi emredilen bir şeye engel olursa, o zaman hüzün yasak olur. Olmazsa, mahzun olduğu için kişi günah işlemiş olmaz. Ama kalbin zayıflığına, Allah ve Rasûlünün emrettiği şeyleri yerine getirmekten alıkoymasına yol açıyorsa, başka yönden övülmesine karşın, bu yönden kötü olur.
Allah sevgisi, ona tevekkül etmek (güvenmek) ve ihlaslı olmak gibi şeyler salt iyiliktir. Bütün peygamberler, şehitler, sıddikler ve salihler için güzel ve iyi şeylerdir.
Bu makamların havas/özel kişiler için değil de, avam/genel için olduğunu söyleyenler, özel kişileri bunun dışında tutuyorlarsa, yanılmaktadırlar. Çünkü bu şeylerin hiçbirinden hiçbir mümin muaf değildir. Bunlardan ancak münafık ve kafirler hariç olurlar.
Bazıları bu konuda birtakım şeyler söylemiştir. Söylediklerinin yanlışlığını ve bu makamlar konusunda bilgisinin yetersiz olduğunu başka yerlerde geniş bir şekilde belirttik.
Sadece şu kadarını belirtelim; bu makamlarda insanlar, özel/havas ve genel/avam şeklinde ikiye ayrılırlar. Özel kişiler için bunlardan özel makam, genel kişiler için de genel makam vardır.
Mesela bu adamlar şöyle derler:
"Tevekkül, rızık istemede kendini savunmaktır. Özel / havas olan kişi ise kendini savunmaz. Tevekkül eden kişi tevekkülü ile herhangi bir işi ister. Arif olan kişi ise, işlerin ayrıntılarını bildiği için hiçbir şey istemez."
Denilebilir ki tevekkül, dünya çıkarları için tevekkül etmekten daha geneldir. Çünkü tevekkül eden kişi kalbinin, dininin düzgün olması, dilinin ve iradesinin korunması gibi şeylerde Allah'a tevekkül eder. Bunlar onun için en önemli şeylerdir. Onun için her namazda rabbine
"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım isteriz" (1 Fatiha/5) diye seslenir.
Nitekim ayetlerde şöyle denir:
"Ona ibadet et ve kendisine tevekkül et" (11 Hud/123),
"....De ki: O benim Rabbim'dir, O'ndan başka İlah yokdur, yalnız O'na güvenirim, dönüşüm de O'nadır." (13 Ra'd/30)
Allah, birçok yerde ibadeti ve tevekkülü bir arada belirtmiştir. Çünkü bu ikisi, dinin tümünü içine alır. Onun için seleften biri şöyle der:
"Allah, indirdiği kitapları Kur'an'da, Kur'an ilmini Mufassal (uzun sureler) de, Mufassal bilgilerini Fatiha'da ve Fatiha bilgilerini de:
"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım isteriz" ifadesinde toplamıştır." (Şeyhü'l İslam İbn Teymiyye başka bir yerde bu sözün Hasan el-Basrî'ye ait olduğunu belirtmiştir. (Bk. Mecmûu'l-Fetâvâ 16/17)
"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım isteriz" de hem rabb, hem kulu için olan şeyler biraraya toplanmıştır.
Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
"Allah, namazı benimle kulum arasında iki kısma böldüm, yarısı benim, yarısı onundur, kuluma istediğini veririm, der.
Kul "Alemlerin rabbine hamd olsun" deyince,
Allah, "Kulum bana hamdetti" der.
Kul "Rahman ve Rahimdir" deyince,
Allah "Kulum beni övdü" der.
Kul "Din gününün malikidir" deyince,
Allah "Kulum beni yüceltti" der.
Kul "Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım isteriz" deyince,
Allah "Bu benimle kulum arasında iki kısımdır, kuluma istediği verilecektir" der.
Kul "Bizi doğru yola eriştir. Nimete erdirdiğin kimselerin yoluna; gazaba uğrayanların, ya da sapıtanların yoluna değil." deyince, "Hepsi kulumundur ve kulum ne isterse vereceğim, der." (Müslim (1/38) Malik (1/84) Nesâî (2/136) Tirmizî (4/270)
Görüldüğü gibi Fatiha'nın yarısı Allah'ı övmekten ve vereceği hayırdan oluşurken, diğer yarısı da kulun istemesi ve dua etmesinden oluşur. Her ikisi hem Rabbin hem kulun olan şeyleri bir araya getirmiştir.
- Kulluğu yalnız Allah'a ayırmak Allah'ın hakkı,
- yardımı yalnız Allah'tan istemek de kulun görevidir.
Buhârî ve Müslim, Muaz b. Cebel'den şöyle rivayet eder:
"Bir merkebe binmiş olan Rasûlullah'ın terkisinde idim.
"Ey Muaz, kullar üzerinde Allah'ın hakkının ne olduğunu biliyor musun?" dedi.
Allah ve Rasûlü bilir, dedim. Şöyle dedi:
"Allah'ın kullar üzerinde hakkı, ona kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi kendisine ortak koşmamalarıdır. Bunu yaptıkları taktirde kulların Allah üzerinde hakkının ne olduğunu biliyor musun?" dedi.
Allah ve Rasûlü bilir, dedim.
"Onun üzerindeki hakları, onlara azap etmemesidir, dedi". (Buhârî (2706) Müslim (1/58) Ahmed (5/228) İbn Mâce (2/1435)