×
No Description

Hz. Peygamber, hem satmış, hem satın almıştır, hem kiraya vermiş ve hem de kiralamıştır. O’ndan bize intikal eden yalnızca peygamber olmadan  nce  cretle koyun s r s  g tmesi ve bir yolculuğu esnasında Hz. Hatice’nin malınıŞam’a g t rmesi olaylarıdır.

Allah El isi, ortaklık yapmıştı, ortağıyanına gelince ona: "Beni tanıyor musun?" diye sormuş, o da: "Sen ortağım değil miydin? Hem de ne g zel ortaktın, aldatmaz ve m nakaşa et mezdin." demişti.[1] Metinde ge en "aldatmazdın" kelimesi ’hem zeli’ olarak, hakkı savunma anlamındaki m d rae k k ndendir. ’Hemzesiz’ olarak ise, en g zel şekilde savuşturma anlamındaki m d r  k k ndendir.

Hz. Peygamber, vekil tayin etmiş, vekil olmuştur. Hediye vermiş, hediye kabul etmiş ve hediye ile m kaf tlandırmıştır. Bağış yapmış, bağış kabul etmiştir. Seleme b Ekva’nın payına ganimetten bir c riye d şm şt ; Peygamber ona: "Onu bana bağışla" deyince o da bağışlamıştır. Hz. Peygamber, o c riyeyi m sl man esirleri kurtarmak i in Mekke m şriklerine fidye olarak vermiştir. Gerek rehin karşılığı, gerek rehinsiz bor  almıştır. Hem  d n  almış, hem de gerek peşin, gerekse veresiye alış-veriş yapmıştır. Rabbinden bir takım amellere karşı  zel bir garanti (kef let) almış ve amelleri işleyenin cennete gitmesine kefil olacağını bildirmiştir. Genel olarak da, vefat edip de geride borcunu karşılayacak mal bırakmayan m sl manların bor larını demiştir.

 Bu h km n, Hz. Peygamber’den sonra gelen devlet başkanları i in de ge erli olup, devlet başkanının da yeterli mal bırakmayan m sl manların bor larınıdevlet hazinesinden  deyeceğine ilişkin genel bir h k m olduğu s ylenmiştir. Bu hususu ş yle ifade etmektedirler: Hi bir miras ı bırakmadan  len kişinin malı nasıl devlet hazinesine kalıyorsa (devlet başkanı ona miras ı oluyorsa), borcunu karşılayacak kadar yeterli mal bırakmadan  len kişinin borcunu da devlet başkanı  der. Yine aynışekilde, hayatta iken kendisinin ge imini (nafakasını) sağlayacak kimsesi bulunmayan kişinin ge imini devlet y neticisi temin eder.

Res lullah, sahibi olduğu bir araziyi vakfedip Allah yoluna sadaka olarak bağışladı.[2] Hem arabuluculuk yaptı hem de araya aracılar sokularak kendisine m racaat edildi. Ber re isimli kadın, ayrıldığı kocası Mug s’e geri d nmesi i in Hz. Peygamber tarafından yapılan arabuluculuk girişimini kabul etmedi. Buna rağmen, Allah El isi o kadına ne kızdı ne de azarladı. Hz. Muhammed, bazen yemin ederken (inşallah diyerek) istisna yapar, bazen herhangi bir nedenle geri d nmek istediğinde yeminine kef ret  der, bazen de yeminini devam ettirirdi.[3]

Allah El isi, şakalaşır ve şakasında yalnızca hakikati s ylerdi. Tevriyeli konuşur, fakat tevriyesinde hakikatten başkasını s ylemezdi. S zgelimi, gitmek istediği bir y ne doğru yola  ıktığında o y nle ilişkisi olmayan "Yolu nasıldır?", "Suları nasıldır?" ve "G zergahı nasıldır?" gibi sorular sorardı. Hem istiş re eder, hem de kendisiyle istiş re edilirdi. Hastaları ziyaret eder, cenazeye katılır, davete ic bet eder, dul kadınların, kimsesizlerin ve d şk nlerin ihtiyacını giderirdi. Şiir dinler ve m kafatını verirdi. O, hakikat olan şiire  d l verirdi. Kendisi koşu yarışı yaptı ve g reşti. Ayakkabısını kendi eliyle onardı, elbisesini dikti ve kovasını tamir etti, koyununun s t n  sağdı, giysisini temizledi, ailesinin ve kendisinin hizmetini g rd , Mescid-i Nebev ’nin inşasında kerpi  taşıdı, hem misafir oldu hem de misafir ağırladı ve hastaya zarar verecek şeyleri yemesini yasakladı (perhiz verdi).

Hz. Peygamber davranış bakımından insanların en iyisi idi.  d n  aldığı zaman ondan daha iyisiyle  derdi. Bir kişiden bor  aldığında o kişinin borcunu  der, ona dua eder ve: "Allah ailene ve malına hayırlar versin. Borcun karşılığı yalnızca teşekk r etmek ve  demektir." derdi.

Bezz r’ın zikrettiğine g re Res l-i Ekrem bir kişiden kırk sa’* bor  aldı. Bor  aldığı ensarlı buna ihtiya  duydu ve Hz. Peygamber’e geldi. Allah Res l : "Hen z bize bir şey gelmedi." buyurdu. Bunun  zerine o kişi laf etmek isteyince, Hz. Peygamber: yilikten başka bir şey s yleme. Ben bor  alanların en hayırlısıyım." dedi ve kırkı borcu karşılığı kırkı da fazladan olmak  zere toplam seksen sa’ verdi.

Hz. Peygamber, bir deve  d n  almıştı. Sahibi borcunu almak i in geldiğinde Allah El isi’ne ağır s zler sarf etti, bunun  zerine ashabı o kişiye haddini bildirmek isteyince o: "Bırakın onu, hak / mal sahibinin s z s yleme hakkı vardır."[4] buyurdu.

Eb  D v d’un riv yet ettiğine g re Allah Res l  bir keresinde bir şey satın almıştı. Fakat yanında parası yoktu. Kendisine k r teklif edilince onu sattı, k rını Abd lmuttaliboğulları’na sadaka olarak verdi ve: "Bundan sonra yanımda para olmadan bir şey satın almayacağım." [5] buyurdu. Bu had s, bir m ddete kadar bor lanarak alış-veriş yapmaya aykırı olmadığını ifade eder.   nk  o borca almak başka, satmak başkadır. Bir alacaklısı Allah Res l ’nden borcunu almak  zere geldi ve sert konuştu. Bunun  zerine Hz.  mer adamı haklamak istedi. Hz. Peygamber: "Yavaş ol ey  mer! Sen, bana borcumu  dememi emretmene; ona da sabırlı olmasını emretmene daha  ok ihtiyacımız var." buyurdu. Bir yahudi Hz. Muhammed’e bir m ddete kadar veresiye bir şey sattı. Yahudi s resinden  nce parasını almaya gelince Res lullah: "Hen z s resi dolmadı." dedi. Bunun  zerine yahudi:

"Ey Abd lmuttaliboğulları! Siz borcunuzu geciktiriyorsu nuz." dedi. Sahabe o yahudiyi haklamak isteyince Hz. Peygam ber onlara engel oldu. Bu durum ancak onun yumuşak huy luluğunu artırdı. Bunu g ren yahudi: "Sendeki peygamberlik al metlerinden hepsini tanıdım. Yalnızca biri kalmıştı. O da kendisine karşı yapılan aşırı c hil ne tavırların, ancak onun yumuşak huyluluğunu artırmasıydı. Onu da ta nı mak istedim." dedi ve hemen m sl man oldu.[6]

 


[1]     Eb  D v d, "Edeb", 17; İbn M ce "Tic r t", 63; İbn Hanbel, III, 425.

[2]     Bu, hayır vakfı olarak bilinen faydalı m essesedir. İnsanların g n m zde kurdukları ve aile vakfı olarak isimlendirdikleri vakıfların dinde temeli yoktur. Bu, kişinin yaşamı boyunca sahip olduğu şeyi kendisine, daha sonra nesline veya  l m nden sonra tabaka tabaka, nesil nesil dilediği kişilere vakfetmesidir. Hem kendisi hem de başkaları i in akrabalığı şart koşuyor. Bundan maksat, istediğini  ıkarıp istediğini de alacağı şekilde vakıfta değişiklik yapma imkanının kendisi i in a ık kalmasıdır; Vakfedenin amacı, bazen anne-babasını veya  ocuklarından birini mirastan mahrum bırakmak olabilir; bazen de sevdiği bir hanımı olup onu b t n malına miras ı yaparak  ocuklarının hepsini bu maldan mahrum bırakma olabilir! Arzu ve isteklerine g re davranmış olur.

B yle yapılmakla şer’  mirasın bir anlamı kalmayarak İsl m d zeni ihlal edilmiş olup yasal v rislerin dışındakiler v ris yapılmış olurlar. B ylece v ris, ger ek v risin dışında biri olur. Allah Te l ’nın: "Allah,  ocuklarınız hakkında, erkeğe, iki kızın hissesi kadar (verilmesini) emreder…" şeklindeki Nis  s resinde [11-14] bizzat kendisinin paylaştırdığı miras  yetlerindeki emri devre dışı bırakılmış olur. Acaba bu vakfa g re amel edenler, Allah’ın h km ne ve paylaştırmasına razı olmuş olurlar mı? Yoksa: ‘Allah’ın belirlediği sınırları aşsa dahi mal sahibi malında istediği şekilde tasarruf eder mi?’ diyecekler.

Allah Te l  ise ş yle buyurmaktadır: "Kim, Allah’a ve el isine isyan eder ve O’nun (koymuş olduğu) sınırları aşarsa, O, onu, i inde s rekli olarak kalacağı ateşe sokacak; onun i in, (orada) al altıcı bir azap olacaktır." [en-Nis  4/14].  ocuğuna verdiği mala şahitlik yapması i in kendisine gelen bir kişiye Hz. Peygamber: "Bundan başka  ocuğun var mı?" diye sorunca, adam: "Evet" dedi. Allah Res l : "Buna verdiğin kadar diğerlerine de verdin mi?" diye sorunca, adam: "Hayır" dedi. Res l-i Ekrem: "Beni haksızlığa karşı şahit tutma. Ben, haktan başkasına şahitlik etmem." buyurdu. [M slim, "Hib t", 14-16; Nes  , "Nihal, 1].

Bu vakıftaki korkun  şartlardan biri de, eşlerden birinin diğerine  l m nden sonra evlenmemesini, yoksa vakfından bir hak alamayacağının şart koşmasıdır. Allah aşkına, İsl m’da vakıf sebebiyle ruhbanlık c iz midir? Kişi r hip gibi yaşayacak, evlilik nimetini kaybedecek ve neslin devamında Allah’ın hikmetini iptal mi edecek? Yoksa kişi, şer’  mahkemenin vakfedenin ileri s rd ğ  şartlara g re kendisini vakıftan mahrum etmesine h kmetmesinden korkarak evlenmeyip zina ederek hem kendi ahl kını hem de toplumunun ahl kını bozmayı mı tercih edecek?

Allah’ın hi bir yetki/kanıt indirmediği bu utan  verici şartlar da nedir: "Bu konuda elinizde hi bir kanıt yoktur. Buna rağmen yeni Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi s yl yorsunuz?" [Yunus 10/68]. "Eğer s ylediklerini doğru ise, o takdirde bana, (bundan  nce indirilmiş) bir kitap ya da başka bir bilgi kalıntısı getirin!" [el-Ahk f 46/4]. İşinin  oğu, bir  ok problemin sebebi ve uzaklaşmamız i in yeterli olaylar bulunan bu vakıflar olan şer’  mahkemeler hakkında ne yapmalıyız? Şer’  h kimlerden, bu vakfın kapısını kapatarak konu ve kayıtlarındaki yanlışların  okluğundan dolayı yorgun d şen şer’  mahkeme  alışanlarını dinlendirmek i in kayıtlarını ortadan kaldırmak  zere  alışıp insanları Res lullah’ın kendilerine g sterdiği hayır vakfına y neltmelerine dair beklentimiz b y kt r.   nk  bu t r vakıfla, izzetini ve egemenliğini koruyan  mmetin ordusu kuvvetlenir,  mmeti yaşatacak ve saygınlığını artıracak okul, hastane ve sığınma yeri vb. m esseseler  oğalır.

[3]     Yani, devam ettirme hayırlı olduğu zaman o yemini devam ettirirdi; d nmeyi hayırlı g rd ğ  zaman ise, yeminden d ner ve kef ret  derdi. Bu durum, maslahata g redir. Nitekim Allah  eşitli  yetlerde ş yle buyurmaktadır: "Yeminlerinizden  t r , iyilik yapmanıza, (k t l kten) sakınmanıza ve insanların arasını bulmanıza Allah’ı engel yapmayın! Allah  ok iyi işiten,  ok iyi bilendir." [el-Bakara 2/224]

"Allah, sizi d ş nmeden ettiğiniz yeminlerden dolayı değil, fakat isteyerek kendinizi bağladığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Kef reti ise, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on fakiri doyurmak veya onları giydirmek yahut bir k leyi  zg rl ğ ne kavuşturmaktır. Kim, (bunları) bulamazsa,    g n oru  tutar. İşte bunlar, yemin ettiğinizde yeminlerinizi (bozmanın) kef retidir. Ancak siz, (her şeye rağmen yine de) yeminlerinizi tutun! Allah, ş kretmeniz i in, size  yetlerini b ylece a ıklamaktadır." [el-M ide 5/89].