×
No Description

Selamun Aleykum ve rahmetullahi ve berakatuh.Allah bizlerede sizlerede merhamet etsin..

Şüphesiz ki hamd, Allah'adır. O'na hamdeder, O'ndan yardım ve bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden Allah'a sığınırız. Allah kime hidayet ederse onu saptıracak yoktur. Kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur. Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür.

Allah'ın Dini'nde sebat etmek, azimle ve tutarlılıkla sırat-ı müstakimde yürümek isteyen her sadık müslüman için en başta gelen bir istektir.

Müslümanların halen içerisinde yaşadığı toplumların durumu, ateşiyle yandıkları çeşitli fitneler ve tuzaklar, dini garip duruma düşüren türlü şüpheler ve şehvetler...Öyle ki dine sarılan, hayret verici bir konuma ulaşmıştır: "Dinine sarılan ateş parçasını elinde tutuyor gibidir."

Müslümanın, birliğini ve düzenini sağlayacak sebeplere bugünkü ihtiyacının, selef zamanındaki bir kardeşinin ihtiyacından daha fazla olduğu konusunda hiçbir akıl sahibinin şüphesi yoktur. Zamanın kötülüğü, kardeşliğin azlığı, yardımlaşma ve dayanışmanın zayıflığı  nedeniyle bunu gerçekleştirmek için gereken gayret daha büyüktür.

Dinden çıkma olaylarının çoğalması, İslam için çalışanlar arasında dahi sapmaların başgöstermesi, müslümanı bu gibi sonuçlardan korkmaya ve güvenli bir neticeye ulaşmak için sebatı sağlayacak etkenleri aramaya itmektedir.

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in

"Ademoğlunun kalbi kaynadığı zaman ten-cereden daha çok altüst olur."   buyurduğu kalp ile bağlantılı olması...Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kalp ile ilgili bir başka benzetme daha yapar:

"Kalp, an-cak (takallubu) dönmesi dolayısıyla kalp olarak isim-lendirilmiştir. Kalp, bir ağaç gövdesindeki tüy gibidir. Rüzgar onun altını üstüne getirir."

Bu hadisten sonra şair şöyle der:

"İnsan ancak unutkanlığı dolayısıyla insan olarak isimlendirildi"

"Kalp de ancak dönmesi nedeniyle kalp olarak isimlendirildi"

Şehvetler ve şüpheler karşısında dönüveren kalbin sabit hale getirilmesi, bu görevin büyüklüğüne ve zorluğuna uygun güçlü etkenlere ihtiyaç duyan tehlikeli bir iştir.

Allah'u Azze ve Celle'ye vasıl olma (1), gönderdiği resullerine i'man edip tabi olmakla mümkündür. Hidayete erdirip Allah'ın, derecelerini yükselterek dünya ve ahirette ikram ettiği kullan bunlardır.

Peygamberlerin emir ve nehiylerine muhalefet edenler ise, melundurlar (Allah'ın

rahmetinden koyulmuşlardır) resullerin kendilerine gösterdikleri doğru yoldan

ayrılıp Rablerinden uzaklaşanlarda onlardır.

Allah'u Teala buyuruyor ki:

“Ey Âdem oğullan! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan resuller gelince

herkim ki (onları yalanlamaktan) sakınıp gidişatını düzeltirse, onlar için korku

yoktur, onlar mahzun da olmazlar.Âyetlerimizi yalanlayıp (onlara uymayı) kibirlerine yediremiyenler ise cehennem ehlidirler, orada ebedi kalacaklardır.”A'raf 35/36

Artık ne zaman benden size hidayet (kitab ve Peygamber) gelir de kim benim

yolladığıma_ tabi olursa o ne sapıtır ve ne de bedbaht olur. Kim de benim zikrimden {kitabıma"Ve resûluma uymaktan) yüz çevirirse onun İçin de maişet sıkıntısı vardır. Ve biz onu kıyamet gününde a'mâ (kör) olarak hasrederiz. O, Rabbim neden beni a'mâ olarak hasrettin? Halbuki ben (dünyadayken) görüyordum, der. Allah'u Azze ve Celle de şöyle buyurur: (Evet) öyle idi sana âyetlerimiz geldi de sen onları unuttun (gereğince amel etmekten yüz çevirdin) işte bu gün? sen de öylece unutuluyorsun. Tâha sûresi 123 /126

İbnu Abbas: Kur'ân-ı Kerim'i okuyan ve içindekilerle amel eden kimseyi Subhânehu ve Teâlâ sapıttırmamayı, ahirette bedbaht etmemeyi kefaleti altına aldı,

buyurmuştur. Cehennem ehli hakkında Cenab'a Hak buyuruyor ki:

“Her bir topluluğun cehenneme atılmasında (cehennemin) muhafızları onlara: Size bir korkutucu gelmemişmiydi? diye sorarlar. Onlar evet, doğrusu bize bir uyarıcı

geldi, fakat biz (onu) yalanladık ve Allah hiç bir şey İndirmemiştir, siz büyük bir sapıklık içindesiniz demiştik derler.Mülk sûresi 8/9

“Kâfirler bölük bölük Cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında kapıları açılır;

bekçileri onlara: Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bu güne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedîmi? derler.Onlarda "Evet geldi, lâkin azâb sözü kâfirler üzerine gerçekleşmişti" derler.”Zumer sûresi 71

“Biz peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderiyoruz. Kim inanır ve

nefsini ıslah ederse onlara korku yoktur, üzülmeyeceklerdirde.Âyetlerimizi yalanlayanlara ise isyanlarından dolayı azâb dokunacaktır.Enam sûresi 48/49

“Şübhe.yok ki biz Nûh'a, ondan sonraki peygamberlere; İbrahim'e, İsmail'e,

İshak'a, Yakub'a ve torunlarına. İsa'ya- Eyyub'a, Yûnus'a, Harun'a, Süleyman'a

vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. Peygamberlerden

bir kısmını bundan evvel sana habervermiştik, bir kısmından ise haber vermemiştik, Allah Musa ile konuşmuştur. Resullerden sonra insanların Allah'a karşı mazeretleri olmasın diye peygamberleri birer müjdeci ve korkutucu olarak yolladık.nisa sûresi 163/165

Bu âyetlerin benzeri Kur'ân-ı Kerîm'de pek çoktur.

Peygamberlerden sonra İlim adamları, bunları, peygamberler ile ümmet

arasında, peygamberlerin getirdiği emirleri ve nehîyleri ümmet'e tebliğ eden ve

öğreten, onları terbiye eden ümmet tarafından iktida edilen birer vasıta olarak

kabul edip isbat eden kimseler bu inançlarında isabet etmişlerdir.

Bu, din ve ilim adamları, bir mes'ele üzerinde aynı görüşe sahib oldukları

zaman, bu İcma kafi bir hüccet olur. Çünkü onlar (ilim ehli) dalâlet üzere

ittifak etmezler. Eğer din ve ilim adamları bir mes'elede ihtilaf ederlerse, o mes'eleyi Allah'ın Kitab'ına ve Resulünün Sünnetine havale ederler. Çünkü, din ve ilim adamlarının hiç biri, fert olarak, mutlak surette ma'sum değildirler. Zira herkesin sözü kabule şa'yan olduğu gibi red'de olur, fakat Allah Resulünün sözü ise sadece Kabule şa'yandır red olunmaz. İlim ehli hakkında Allah Resulü S.A.V. şöyle buyuruyor.

“Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Muhakkak ki peygamberler altın ve gümüş bırakmazlar, onlar yalnız ilmi miras bırakırlar. Kim o ilmi elde ederse büyük

bir nasib elde etmiş demektir.”Bu Hadis'i Ebu Davud 3641ve İbnu Mâce (220) sahih bir senedle rivayet  etmişlerdir.

“Ve deki; çocuk edinmeyen, mülkünde ortağı olmayan, aczinden ötürü bir veliye de ihtiyacı olmayan Allah'a hamd ederim ve onun için gereği gibi O'nu ulula.İsrâ sûresi 111

Bütün kâinatın ve kâinattaki külli sebeblerin yaratıcısı, Mâlik'i ve Rabbi

O'dur. O, kâinattaki hiç bîr varlığa muhtaç değildir. Fakat bütün mahlukat ancak

O'na muhtaçtır. Yardımcı ve dayanaklanna muhtaç olan hükümdarlar böyle değildir.

Hakikatte hükümdann yardımcı ve vasıtaları, mülk ve hükümranlıkta ortaklarıdır.

Allah'ın mahlûku üzerindeki hükümranlığında hiç bir şeriki ve ortağı

yoktur. Allah şeriki olmayan yegâne hakiki Mabud'tur, mülk yalnız O'nundur.

Hamdü sena yalnız O'nadır ve O herşeye kadirdir.

 

Allah ise her şeyin sahibi ve Rabbidir. O, kullarına annenin çocuğuna duyduğu

şefkatten çok daha şefkatli ve çok daha merhametlidir.

Her şey O'nun dilemesi ile olur, ancak O'nun istediği şey tahakkuk eder,

istemediği hiç bir şey de olmaz. Allah kullarının bir kısmının başkalarına faydalı olmasını irade ettiği zaman, falan, filana yardımda bulunur, ona dua eder ve şefkat gösterir ve daha bir çok iyiliklerde bulunur. Bütün bunların yaratıcısı O'dur. O, yardım edenin, dua yapanın ve şefkat gösterenin kalbinde, yardım, dua ve şefkat etme iradesini yaratan Allah'tır. Kâinatta hiç bir kimsenin, Allah'ı iradesinden başka bîr şey yapmaya zorlaması veya Allah'ın (haşa) bilmediği bir şeyi O'na öğretmesi mümkün olamaz. Kâinatta Allah'ın ümit beklediği veya (haşa) korktuğu hiçbir varlık mevcüd değildir. Bundan dolayıdır ki Hazret'i Peygamber S.A.V.;

Sizden hiç biriniz 'Allah'ım beni istersen affet, istersen bana rahmet eyle"

demesin. Fakat istediğini azmetsin, zira Allah'ı zorlayıcı hiç bir kudret mevcüd

değildir, buyuruyor.Bu Hadis'İ Buharı (7/153) ve Müslim  rivayet etmiştir.

Binaen Subhanehu ve Teâlâ böyle buyurmuyor mu?

“O'nun (Allah'ın) izni olmadan nezdinde kim şefaat edebilir ki.”Bakara sûresi 255

Allah'u Teâlâ ne bir kimseden menfaat bekler, ne tamah sahibidir, ne kimseye muhtaçtır ve ne de bir kimseden korkar. O mutlak zengin ve mutlak güç sahibidir.

İyi bilin ki, göklerde ve yerde kim (ne) varsa hepsi Allah'ındır. Allah'tan başka ortaklan (ilahlara) ya'ni meleklere, peygamberlere ve salihlere) dua ederek ibadet edenler; sadece zanna uyanlardır. Onlar ancak tahminde bulunuyorlar.” Yûnus 66

Hz. Ömer R.A. Ömre yapmak İstediğinde Allah Resulü S.A.V. e veda ederken ona (Ömer'e) ey kardeşim beni de duandan unutma buyurmuştur.

Ebû Davud

Böylece Hz. Muhammed S.A.V. ümmetinden kendisine dua etmesini istemiştir. Fakat bu istek, ümmetin talebleri cinsinden değildir. Bu, ümmetin amel ettiklerinde ve

sevabkazandıkları diğer emirlerde olduğu gibi. Peygamberin ümmetine vermiş olduğu

emirdir. Allah Resulü S.A.V. de, emirleri ile amel eden ümmetinin kazandığı ecir

kadar sevab ve mükafat ihsan buyurulur. Bu hususta bir hadis-î şerifde;

'Bir kimse hidayete çağırsa, da'vetîne uyan kimselerin ecri kadar kendisi de

mükafata nail olur. Onlann ecirlerinden de bir zerre eksilmez. Veya sapıklığa

da'vet etse, da'vetine uyanların kazandığı günah kadar kendisi de günah kazanır.

Onlann günahlarından da bir şey eksilmez.

Allah Resulü S.A.V. ümmetini hidayete da'vet etmektedir. Binaenaleyh da'vetine

uyanların kazandığı sevab kadarda Peygamberimiz mükafat ve ecre nail olur. İşte

böyle de ümmet'i Allah Resulüme salavat getirdiği zaman da böyledir. Peygambere

bir salavat getirene Allah on misli ile mukabele eder. Hz. Peygamberde o salavatı getirenlerin ecri kadar mükafat ihsan edilir ki, bu Allah'ın ona bir ni'metidir.

Sahih bir hadis-i şerifde 'Müslüman birisinin yanında olmayan bir müslüman

kardeşi için yaptığı dua da müstecabtır. Cenâb-ı Hakk ona yanıbaşında bir melek

ta'yin eder, müslüman kardeşi için her dua edişinde o me'mur melek "âmin bir o

kadar da senin için der" buyurmuştur.Müslim 2733

Diğer bir rivayette 'en çok kabul olunan dua yanında olmadığı halde bir başkası

için yapılan duadır' denilmiştir.Ebû Dâvud 1535

Her ne kadar dua eden, dua edilen değilse de, başkası için yapılan dua, hem

hakkında dua edilen kimseye, hem de duayı yapan kişiye menfaat temin eder.

Mü'minin, diğer mü'min kardeşi için hayırlı duası, hem ona ve hem de kendisine

fayda verir. Bir kimse diğer bir kimseye "bana dua et' dese ve bununla ikisinin

de menfaatlanmasını kasteylese, takva ve iyilik üzerine birbirleriyle yardımlaşmış olurlar. Duayı isteyen diğerini uyarmış ve ikisine de fayda verecek bir hayra önayak olmuştur. Dua etmesi istenen kişi de, ikisine de menfaat sağlayacak fiili yapmıştır. Bir kimse başkasına iyilik ve takva ile emrettiği zaman, emre uyan fiiline mukabil sevab alır, emreden de, yukarıda izah edildiği gibi hayra çağırdığı için emrine uyanın ecri kadar mükâfat kazanır.Bilhassa, kulun emrolunduğu dualarda, Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:

(Ey Resulüm!) Kendi günahına ve mü'min erkeklerle mü'min kadınlara mağfiret

dile.”Muhammed 19

Zikri geçen âyette Sübhânehu ve Teâlâ Resulü S.A.V. e mü'minler için istiğfar

etmesini emrediyor ve sonra şöyle buyuruyor:

“Eğer onlar, nefislerine zulmettikleri (günah işledikleri) zaman sana gelseler de

günahları için Allah'dan mağfiret diieseler. Peygamber de kendileri için afv isteseydi, elbette Allah'ı tevbeleri ziyâde Kabul edici ve çok esirgeyici bulacaklardı.” nisa 64

Yukarıdaki âyette Sübhânehu ve Teâlâ'mü'min erkekle ve kadınların günahlarına mağfiret dilemelerini ve Hz. Peygamberin onlar için istiğfar istemelerini

zikrediyor. Zira, Allah Resulü S.A.V. İn ümmet'i için istiğfar Allah'ın emirlerindendir. Cenâb-ı Hakk Resûlü'ne mü'min erkek ve kadınların günahlarının bağışlanması için af dilemesini bizzat İstiğfar eylemesini emretmiştir.Allah hiç bir mahlûka diğer bir mahluktan birşey istemesini emretme mistir. Allah'ın böyle bir emri yok. fakat mü'minlere birbirleri için dua etmeyi vacib veya müstehab olarak emretmiştir. O emri yerine getirmek Allah'a ibâdet ve taâttır. Allah'a yakınlık sebebi ve failine salah ve hasenedir. Başkasına dua etmek ve hayır istemek, Allah'ın o kimseye en büyük ihsanı ve in'amıdır.Belki de o isteyiş, Allah'ın kullarını hakiki iman'a götürecek olan,ni'metlerinin en büyüğüdür.

İman; kavl ve ameldir. Taat ve hasenatla ziyadeleşîr. Kul hayırlı amelini

çoğalttıkça imanda /ziyadeleşir.

İşte bu. Fatiha süresindeki "kendilerine ni'met ihsan ettiklerinin yoluna" ve

nisa» ' süresindeki "Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse işte onlar Allah'ın kendilerine ni'met  ihsan ettikleriyle beraberdirler.'nisa 96

Dünya ni'meti her ne kadar bir yönden tam bir ni'met değilse de, diğer yönden gene bir ni'mettir.İstenmesi gereken dini ni'metlere gelince, onlar, vacib ve müstehab gibi Allah'ın emirleridir. Bunlar bütün müslümanların ittifakı ile taleb edilmesi lazım gelen hayırlardır. Ehl-i sünnet'e göre, hakiki ni'metler, bu dînî ni'metlerdir. Çünkü, Ehl-i sünnete göre, Allah kullarına hayırlı işleri yapmaları ile ni'metlendirmiş ve ihsan etmiştir. Kaderiyyeye göre ise, Cenâb-ı Hakk yalnız kullara onunla iyilik veya kötülük yapmaya müsaid olan kudreti bahşetmekle ni'met vermiş ve ihsan eylemiştir.Buradaki maksadı Sübhesiz Allah u Azze ve Celle hiçbir mahluka diğer bir mahluktan istemesini emretmemiştir. Ancak o mahluk için bir maslahat olursa o müstesna olur. Bu maslahat da ya vacib ya da müstehab olur. (Yukarıdaki zikredilen dua isteme veya iyiliği emretme gibi) Allah'u Azze ve Celle, kuldan bundan başkasını dilemez.

“Ey Resulüm!) Kullanm sana benden sorduklarında, muhakkak ki ben çok yakınımdır; bana dua edince, dua edenin duasını kabul ederim. O halde onlar da benim

da'vetime koşsunlar ve bana da hakkiyle iman etsinler ki, doğru yola ulaşmış

olsunlar.”Bakara 184

Ya'ni; emir ve yasaklarla onlara çağnda bulunduğum zaman davetime icabet

etsinler ve bana' iman etsinler. Ben de onların isteklerine, yakarışlarına,

dualarına ve çağrılarına icabet ederim demektir.

“O halde (işlerinden) boşaldığın zaman uğraş (ibâdetle meşgul ol) kalk yorul. Ve

yalnız Rabbine rağbet et (sarıl).”İnşirah 7-8

“Denizde boğulma korkusunun şiddeti, size geldiği zaman, Allah'dan başka

yalvardıklarınız (vasıtalar edindikleriniz hatırınızdan) kaybolur; yalnız O'na (Allah'a) yalvarırsınız. Fakat (Allah) sizi kurtanp karaya çıkarınca da (Allah'ı birlemekten) yüz çevirirsiniz. İnsan pek nankördür”.İsra 67

“Yoksa, sıkıntıya düşen kimse, dua ettiği zaman, onun duasını kabul edip fenalığı

gideren, sizi yer yüzünün sakinleri kılan, Allah ile bir başka ilah mı var? Siz ne kıt düşünüyorsunuz.”neml 62

“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'ndan ister. O her gün bir hal üzeredir.”

Rahman 29

Sübhânehu ve Teâiâ Kitab'ında tevhidin bütün esaslarını pek açık bir şekilde

beyan buyurmuş ve şirkin bütün kollarını budayıp atmıştır. Tâ ki, hiç bir kimse

Allah'tan başka hiç bir şeyden korkmasın, O'ndan başkasından ümit beklemesin ve

Ondan gayrı hiçbir kimseye tevekkül etmesin.

“İnsanlardan korkmayın; benden korkun. Benim âyetlerimi bir kaç kuruş menfaat karşılığında değişmeyin. (Satmayın.)”Maide 44

“İşte o şeytan, ancak kendi dostlannı korkutur, inanmışsanız onlardan korkmayın. Benden korkun.”Al-İmran 175

“Kendilerine: "Ellerinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekat verin" denenleri

görmedin mi? Onlara savaş farz kılındığında, içlerinden bir takımı, insanlardan,

Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar.”nisa 77

“Allah'ın mescidlerini sâdece, Allah'a ve âhiret gününe inanan, namaz kılan,

zekat veren ve ancak Allah'tan korkan kimseler onanr.”Tevbe 18

“Allah'a ve Peygambere itaat eden, Allah'tan korkan ve O'ndan sakınan kimseler, işte onlar kârda olanlardır.”Nur 52

Bu âyette aynyeten itaatin yalnız Allah'a ve Resulüne yapılması lâzım geldiğini

anlatır. Haşyete gelince, o da, yalnız Allah'a karşı duyulur: Subhânehu ve Teâlâ

buyuruyor.

“Eğer onlar, Allah ve Resulünün kendilerine vermiş oldukları şeylere razı olsalar

ve "Allah bize yeter, O ve yakında lütfü kereminden verir ve Resulü de, (verir).”Tevbe 59

Buna benzeyen bir başka âyette de şöyle buyuruyor.

“İnsanlar onlara: "Düşmanlarınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar,

onlardan korkun" dediler. Bu onların imanını artırdı da: "Allah bize yeter, O ne güzel Vekil'dir!" dediler.”Al-İmran 173

Allah Resulü S.A.V. de ümmetine bu TEVH1D anlayışını ilka ediyor ve Allah'ın

kullarını O'nu şirk koşmaktan kurtarmaya çalışıyordu. Hz. Muhammed'in bu

hassasiyeti "LA İLAHE İLLALLAH" (Allah'tan başka ilah yoktur) lafzının

muktezasını gerçekleştirmek içindi. Çünkü, "

Butun nasihatlarımda sözlerimde hep kuran okuyun derim.Neden çünkü; Kur'an-ı Kerim, ilk sebat vasıtasıdır. Allah'ın sağlam ipidir. Aydınlatıcı nurdur. O'na sımsıkı sarılanı Allah korur. O'na tâbi olanı Allah kurtuluşa erdirir. O'na davet eden doğru yola yönlendirilir. Allah, Kur'an'ın belirli bir aşamayla ayrıntılı olarak indirilmesindeki amacın  kalpleri iyice sağlamlaştırmak olarak açıklar.

Kur'an niçin dinde sebatın kaynağıdır? Çünkü, imanı yeşertir. Allah ile bağını kurarak nefsi arındırır. Kur'an ayetleri, müminin kalbine serinlik ve esenlik indirir. Böylece, fitne rüzgarları onu sürükleyemez. Kalbi, Allah'ın zikri ile huzur bulur. Müslümanı, doğru değerler ve düşüncelerle donatır. Bununla, çevresinde olanları düzenleyebilir. Yine; kendisi-ne olayları değerlendirme imkanı sağlayan ölçüler kazandırır. Olayların ve insanların değişmesine göre sözleri değişip birbiriyle çelişmez ve kararında tereddüt olmaz.

Münafığın (Bana izin ver, beni fitneye düşürme) demesi üzerine Allah azze ve celle'nin (Bilesiniz ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir)   buyurmasının müminlerin kalplerindeki etkisi nedir?

Destek üzerine destek ve iman etmiş kalpleri kuvvet-lendirme, şüpheleri reddetme ve batıl ehlini susturma de-ğil mi?..Rabbim'e yemin olsun ki evet!

Hayret edilecek bir durum da Allah'ın müminlere, Hudeybiye'den dönüşlerinde çok ganimetler alacaklarını vadetmesidir. (Bu Hayber ganimetleridir.) Bunu, kendileri için kısa bir süre sonra gerçekleştireceğini, oraya yalnız çıkacaklarını ve münafıkların onlara katılmak isteyeceğini, müslümanların onlara kendilerine tâbi olmamalarını söyleyeceğini; münafıkların, Allah'ın kelamını değiştirmek isteyerek ısrar edeceklerini ve müminlere "Siz bizi çekemiyorsunuz" diyeceklerini bildirir. Allah azze ve celle onlara şöyle cevap verir: (Neredeyse hiç laf anlamıyorlar)   Sonra bunların hepsi müminlerin gözleri önünde aşama aşama, adım adım ve kelime kelime gerçekleşir.

İşte bu noktada; hayatlarını Kur'an'a bağlayanlar; Kur'an'ı okumaya, ezberlemeye, anlamaya ve düşünmeye yönelenler, O'nunla hareket edip O'na boyun eğenler ile insanların sözünü tüm uğraşları ve meşguliyetleri haline getirenler arasındaki farkı anlayabiliriz. 

Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Allah, iman edenleri sağlam sözle hem dünya hayatında hem de ahirette sapasağlam tutar. Zalimleri ise Allah saptırır. Allah dile-diğini yapar)

Katâde şöyle der: Dünya hayatında hayırla ve salih amel ile sabit tutar. Ahirette ise kabirde sabit tutar. Seleften bir çoğundan bu rivayet edilmiştir.

Allah Subhanehu şöyle buyurur: (Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı hem de (imanlarını) daha pekiştirici olurdu)   Yani hak üzerinde daha sağlam olurlardı.

Bu apaçıktır. Fitne başgösterince, salih amellerden geri duran tembellerden sebat bekleyebilir miyiz? Oysa iman eden ve salih amel işleyenleri Rableri, imanları ile doğru yola yöneltir. Bu nedenle, Rasûlullah sallallahu aley-hi ve sellem salih amellere ısrarla devam ederdi. Kendisi-ne en sevimli amel az da olsa devamlı olanıydı. Sahabileri bir amel işlediklerinde onu sürekli hale getirdiler. Aişe radıyallahu anha bir amel işlediğinde ona devam ederdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Oniki rekatı kıl-maya ısrarla devam edene cennet vacip olur."  (Ratibe sünnetlerini kasdeder). Kudsi hadiste, "Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya öyle devam eder ki kendisini severim"   buyurulur.

Ayetler, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem za-manında oyun ve eğlence olsun diye inmedi. Bilakis yüce bir gaye için indi. Bu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ve O'nunla birlikte müminlerin kalplerini sağlamlaştırma gayesidir.

Allah'ın mümin kullarının özelliklerinden biri de, kendi-lerini dinde sabit kılması için dua ile Allah'a yönelmeleridir:

(Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme)

(Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl)

"Ademoğullarının kalplerinin hepsi Rahman'ın parmaklarından iki parmağın arasında bir kalp gibidir. Onu dilediği gibi çevirir."   Bu nedenle, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çokça şöyle derdi: "Ey kalpleri çeviren! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl."  Allahumme amin..

Her müslümanın üzerinde yürümesi gereken tek doğru yol, Ehli Sünnet ve'l Cemaat yoludur. Bu yol; Et-Taifetu'l-Mansûra'nın, el-Fırkatu'n-Nâciye'nin, sahih akide ve doğru metod sahiplerinin yolu; sünnete ve delile uyanların, Allah düşmanlarını ve batıl ehlini terkedenlerin yoludur.

Doğruda sabit kalma konusunda bunun önemini bil-mek istiyorsan düşünerek kendine şu soruyu sor: Geçmiş-te ve günümüzdeki insanların bir çoğu niçin saptı?.Niye şaşkınlığa düştüler ve ayakları Sırat-ı Müstakim'den kaydı, doğru yol üzere ölemediler? Ya da ömürlerinin büyük bir kısmını tüketip hayatlarının değerli bölümlerini boşa geçir-dikten sonra doğruya ulaştılar?

Onları; felsefeden kelama, tahriften i'tizâla,tevilden tefviz ve ircâya, tasavvuf tarikatlarının birinden diğerine  sapıklık ve bidat dairelerinde dolaşır görürsün.

Ehli bidat, işte bu şekilde şaşkınlık ve tereddüt içeri-sinde olur. Kelam ehlinin ölüm anında sebattan nasıl mah-rum edildiğine bak! Selef alimleri şöyle der: "Ölüm anında insanların en çok şüpheye düşeni kelam ehlidir."

Şimdi düşün! Ehli Sünnet ve'l Cemaat'tan hiç kimse, bu yolu öğrenip anladıktan ve bu yola koyulduktan sonra kızarak onu terketmiş mi? Belki hevâsı ve şehvetleri, zayıf aklına takılan bir şüphe dolayısıyla terkedebilir. Ama asla, daha doğrusunu gördüğü veya bu yolun batıl olduğu kendisine belli olduğu için terketmez!

Bunun delili, Herakl'ın, Ebu Süfyan'a Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e tâbi olanlar hakkında sorduk-larıdır: "Onlardan hiç kimse bu dine girdikten sonra dinine kızarak ondan geri dönüyor mu?" der. Ebu Süfyan "Hayır" deyince Herakl şöyle der: "İmanın sevinci kalplere karışınca böyle olur"

Büyüklerden, bidat yollarında dolaştıklarını çok işittik. Bazılarına Allah'ın hidayet ettiğini, onların da batılı terkedip, önceki gittikleri yollara kızarak Ehli Sünnet ve'l Cemaat yoluna girdiklerini duyduk. Fakat bunun tersini hiç duyduk mu?!.

Eğer hak üzere sabit kalmak istiyorsan müminlerin yoluna koyul!

Belirli bir aşamayla, anlayarak elde edilen imani ve ilmi terbiye, Tevhidi gerçekleştiren faktörler içerisinde temel bir faktör olarak yeralır.

İmani terbiye; kalbe ve vicdana korku, ümit ve sevgi ile canlılık kazandırır. Kur'an ve Sünnet ifadelerinden uzak kalma ve insanların sözlerine tutunma neticesi ortaya çı-kan  donukluğu  yokeder.

İlmi terbiye; sahih delil üzerinde durur. Bu da taklidi ve hoş olmayan fırsatçılığı ortadan kaldırır.

Şuurlu terbiye ile kişi kötülerin yollarını ve İslam düşmanlarının planlarını öğrenir. Gündemi bilir ve olayları tam olarak kavrayarak ona göre hareket eder. Bu şekilde, sınırlı sayıda insanın bulunduğu küçük toplumlarda kabuğuna çekilme ve içine kapanma önlenir.

Kademeli terbiye ise, müslümanı aşama aşama ilerletir. Onu dengeli bir planlamayla, olgunlaşmanın basa-maklarında yükseltir. Bununla; aklına geleni söylemenin, aceleciliğin ve zararlı çıkışların önüne geçilir.

Tevhidi getiren bu unsurun önemini daha iyi anlamak için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hayatına bakalım ve kendimize soralım:

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in sahabilerinin Mek-ke'de, kendilerine baskı uygulanan günlerde gösterdikleri sabrın kaynağı nedir?

Bilal, Habbâb, Mus'ab, Yasir ailesi ve diğer mazlum-lar; hatta sahabenin önde gelenleri boykot sırasında ve diğer zamanlarda nasıl sebat ettiler?

Onların bu kararlılıkları, kişiliklerini aydınlatan nübüvvet ışığının köklü terbiyesi olmadan gerçekleşebilir miydi?

Bir sahabiyi ele alalım. Örneğin Habbâb ibnu'l-Eret radıyallahu anh...Efendisi, demir şişleri kor haline gelince-ye kadar ısıtır, sonra onun çıplak sırtına koyardı ve sırtının yağı eriyip üzerlerine akınca ancak onları söndürürdü. Onu, bütün bunlara sabretmeye sevkeden neydi?

Bilal...Güneşten yanmış toprağın üzerinde, kayanın al-tında...Ve Sümeyye...Bağlar ve zincirler içerisinde...

Medine döneminde yaşanan bir olay ve bir soru: Huneyn'de, müslümanları çoğu hezimete uğrayınca Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte kim sebat gösterdi? İslam'a yeni girenler mi? Henüz nübüvvet okulunda yeteri kadar terbiye görmemiş ve çoğu ganimet toplamak için çıkanlar mı? Asla!..Sebat gösterenlerin çoğu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in elinde uzun süre terbiye gören seçkin müminlerdi.

Onlar, eğer bu terbiye olmasaydı sebat gösterebilirler miydi?

Müslümanın üzerinde bulunduğu yola olan güveni arttıkça, o yolda yürümeye kararlılığı da şüphesiz daha büyük olur.

Bu güveni sağlayan faktörlerden bazıları şunlardır:

Üzerinde bulunduğun doğru yolun, bu asırda ve bu zamanda ortaya çıkmış yeni bir yol olmadığını hisset-mek...O; senden önce nebilerin, sıddîkların, alimlerin, şe-hitlerin ve salihlerin üzerinde yürüdükleri  soylu bir yoldur. Bunu hissetmekle garipliğin yok olur ve yalnızlığın dostluğa, üzüntülerin sevince ve mutluluğa dönüşür. Çünkü, onların hepsinin bu yolda sana kardeş olduklarını hissedersin.

Seçilmiş olmanın şuuruna varmak...Allah azze ve celle şöyle buyurur:

(Hamdolsun Allah'a ve selam olsun seçkin kıldığı kullarına)

(Sonra Kitab'ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik)

(İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana olayla-rın yorumunu öğretecektir)

Allah, peygamberleri nasıl seçmişse, salihler için de bu seçimden bir pay vardır. Bu pay, peygamberlerin ilimlerinden kendilerine kalandır.

Allah seni bir cansız, bir hayvan, bir kafir, bir inkarcı, bir bidat davetçisi, bir fasık olarak yaratsaydı; İslam'a çağırmayan bir müslüman veya çeşitli hataları olan bir yola da